Umut Oran ülkesinin siyasi kültürünü değiştirmek istiyor. Ancak partisini de değiştirmek istiyor: Oran, CHP’nin ulusalcı değil, sosyaldemokrat olmasını istiyor.
Christoph Ehrhardt’tan
Frankfurter Allgemeine 18.12.2008
Umut Oran’ın adı ‘umut/ümit etmek’ anlamına gelmektedir. Bu ad, Umut Oran’a biçilmiş bir kaftan gibi, çünkü ‘umut’, projesi hakkında konuşurken sıkça kullandığı bir kelimedir. ‘Bu dönüşüm gerçekleşecektir’, diyor Umut Oran. ‘İlk önce kendi partim içerisinde sonra bütün Türkiye’de.’. Umut Oran, geçmiş yıllarda vizyonlar değil reaksiyonlar partisi olmuş olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) bir üyesidir. Bu nedenle cesur bir projesi var: sosyal sistemde reformlar yapmak, işler bir sağlık sistemi kurmak, geniş kapsamlı demokratik reformlar yapmak, oryantasyonunu bütün vatandaşların ihtiyaçlarına göre sağlayan, ideolojik olmayan bir siyaset izlemek. Kürt sorununa, ekonomiyi teşvik ederek ve kimlik sorunu hakkında açık diyaloglar kurarak barışçıl bir çözüm bulmak.
Umut Oran kendisine Türkiye’nin siyasi kültürünün değiştirilmesinden daha düşük bir hedef koymamış. Burada kendisine kimi örnek aldığı, yazı masasının arkasına bir bakış atıldığında tahmin edilebiliyor.  Orada, en son Amerika gezisinden getirdiği hediyeler yığılı halde duruyor: siyasi değişim için küçük Barock – Obama – kaidesi. En üstte ‘umuda cesaret’ başlığı göze çarpıyor. ‘Benim planım, 2010 yılında Parti’nin genel başkanlığını yürüten  Deniz Baykal’ın yerine geçmek ve 2011 yılında birinci sıradan aday olarak tekrar hükümete girmektir’, diyor Oran. ‘Sadece hükümet içerisinde düzenleme yapmak mümkündür ve benim partim kendisini çok uzun süre reaksiyon göstermekle ve eleştirmekle sınırlı tuttu. CHP bir muhalefet partisi olarak Cumhuriyeti kurtaramayacaktır.’ Oran güttüğü dava için, 1980 yılındaki darbeden ve bunu takip eden sert rejimden sonra büyük ölçüde siyasetten uzak tutularak yetiştirilmiş olan gençleri kazanmak istiyor. Ayrıca neredeyse her hafta parti tabanını ziyaret ediyor. ‘Yılda neredeyse 35 şehir ziyaret ediyorum’, diyor Oran. ‘Ben, insanları neyin meşgul ettiğini biliyorum.’
Umut Oran’dan önce CHP içerisinde birçok kişi bu tür hırslı projelerle başarısızlığa uğramıştır. CHP genel başkanı Deniz Baykal pek de yükselen yetenekleri teşvik eden/destekleyen bir parti lideri değildir, tam aksine. Parti sıkı bir şekilde yönetilmektedir ve Baykal’ın taraftaları en iyi şekilde organize edilmiştir. Bir önceki CHP – Genel Başkanlık Seçiminde Baykal’a karşı ringe çıktığında ve bir malubiyet yaşadığında Umut Oran’da bunu öğrenmek zorunda kaldı. Ancak Oran kendisini, CHP içerisinde giderek güçlenen, partinin elit/seçkin tavır ve hareketlerini reddeden ve ulusalcı yerine yine sosyal demokratik bir rota/istikamet takip etmek isteyen bir akımın bir parçası olarak görüyor.
CHP’nin İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin’de bu akımda yer almaktadır. Gürsel Tekin gevşetilmiş kravatla ortaya çıkan ve Partiye tekrar yapıcı bir imaj kazandırmaya çalışan bir adamdır. Sosyal hususlarda temellerin oluşturulması için çaba gösteren ve dini çevrelerden gelen, başörtülü kadınları da kazanmasını bilen bir adam. ‘Ben partiye güveniyorum’, diyor Umut Oran. ‘Ancak Parti’nin şu anda iyi/çekici bir projesi yok. Benim Türkiye için bir projem var.’
Ancak parti ve cumhuriyeti yenileme mücadelesinden önce partiler arası belediye mücadelesi var. Mart’ta düzenlenecek olan yerel seçimler herhalde nihayetinde Kürtçü güneydoğu bölgesinin dışındaki bölgelerde Başbakan Erdoğan’ın muhafazakar AKP’si ile CHP arasında ikili bir mücadeleye dönüşecektir. ‘Ben parti genel başkanımı bu seçimlerde bütün gücümle destekliyorum’, diyor Umut Oran. Parti liderinin bir portresi de zaten bürosunda görünür bir yerde asılı duruyor.
AKP, idari koltuklara yine kendi insanlarını yerleştirmek hedefiyle bütün gücüyle seçimleri kazanmaya çalışıyor. Türkiye’yi de sert bir şekilde vuracak olan ekonomik kriz iktidar partisi için aslında erken geliyor. Ekonomideki eleştiriciler bir konjünktür programı talep ediyor. AKP hükümetinin – her şeyden önce belediyecilik hususlarında – gereksiz harcamalar yapmamasını talep ediyorlar. İğneleyici şekilde fakir mahallelere giden kömür dolu kamyonlara işaret ediyorlar. AKP nihayetinde kendisine hep böyle taraftar topladığını ileri sürüyorlar. Liberal entelektüeller ise, giderek büyüyen sosyal sıkıntının toplumsal çatışmaları da arttırabileceğinden ve nasyonalizmi daha da alevlendirebileceğinden ciddi endişeler taşıyorlar. ‘Bizim Başbakanımız şu anda ülkesinin başbakanı olarak değil, partisinin genel başkanı gibi hareket ediyor. Normalde kendisine Türkiye için neler yapabileceğini sormalıdır, ancak o belediyelerde lobi faaliyetlerinde bulunuyor’, diyor Umut Oran. Halen daha Istanbul’dan aday gösterilme ümidi taşıyor. Ancak bunun kararını verecek o değil.
Belki de sıcak umut ve değişim/dönüşüm kelimeleri açık kulaklara ulaşabilir. AKP’nin seçim galibiyetinden bir yılı aşkın bir süreden sonra İstanbul’da ve başkent Ankara’da, seçimlerin yapıldığı sıcak yaz günlerinden ziyade ıslak ve soğuk kış havasına daha uygun olan bir ruh hali hakimdir. Lider entelektüeller, ekonomi temsilcileri, azınlık temsilcileri ve muhalefet siyasetçileri, AKP’nin demokrasi yolunda durduğundan – hatta bu yoldan büyük adımlarla geri döndüğünden – şikayet ediyorlar. AKP’den ise en azından, reformların yavaşladığı itirafı geliyor. Ülkenin en etkili ekonomi temsilcilerinden birisi – ve zamanında Erdoğan’ın enerjik bir destekleyicisi olan – Yahudi sanayici İshak Alaton diplomatik bir yaklaşımla şöyle konuşuyor: ‘AKP’nin demokratikleştirme politikasına tekrar geri döneceğini ümit ediyorum.’ Bir yılı biraz aşkın bir süre önce ise ülkenin demokratikleştirilmesi söz konusu olduğunda daha iyimserlikten bahsediyordu.
‘AKP bir tür bir savaş esiridir’, diyor, popüler bir yazar ve kendisini – haksız olmayarak – bağımsız gazeteciliğin son sığınağı olarak gören ve cesur sunumu ile artık hem orduyu/silahlı kuvvetleri hem AKP – hükümetini kendisine düşman edinmiş olan günlük ‘Taraf’ gazetesinin genel yayın yönetmeni olan Ahmet Altan. Ahmet Altan’a göre reform sürecindeki duraklamanın bir sebebi, AKP ile silahlı kuvvetler ve adalet bünyesinde bulunan, devlet üzerindeki gücünden ve güçlü kuruluşlarından vazgeçmek istemeyen ve bu kuruluşların elinden güçlerinin alındığını görmek istemeyen Kemalist ileri gelenler (establishment) arasındaki tüketici kültür savaşıdır. AKP izlediği yasaklayıcı uygulamalarından dolayı hem siyasi iradesinden hem kararlılığından edildi, diyor Altan. AKP’nin hükümette sahip olduğu büyük çoğunluk bunda hiçbir rol oynamıyormuş. ‘Her an için yasaklanabilir.’ Başkaları ise kulislerin ardında yapılan siyasi pazarlıktan bahsediyor ve başbakan ile TSK arasındaki yeni uyuma işaret ediyor.
AKP’ye yakınlığı ile bilinen ‘Yeni Şafak’ gazetesi yazarı Fehmi Koru Kasım başında düzenlenen bir televizyon söyleşi şovunda Erdoğan’ın bir Obama olarak başbakanlığı elde ettiğini ifade etmiştir. Ancak Fehmi Koru’ya göre günümüz yönetim anlayışı daha ziyade Bush’unkini anımsatıyormuş.  ‘AKP, sistemi değiştirmek, fikir özgürlüğü gibi temel hakları sağlamak için iktidara gelmiştir. Günümüzde ise ileri gelenlerin (establishment) bir parçası haline gelmiştir’, diyor ‘Taraf’ gazetesi genel yayın yönetmeni Altan, ve bu yorumuyla aynı zamanda Erdoğan’ın ve partisinin liberal mantalitesinden artık şüphe duyduğunu ima ediyor. AKP – yönetimi yakın zaman içerisinde Altan’ın bu tutumunu güçlendirmek için kendisine düşeni yapmıştır.
İlk rüşvet skandalları imajlarını zedelemiştir. Başbakan Erdoğan çoktan sevmediği gazetecilerin Başbakanlıktaki akreditasyonlarını iptal ettirmiştir. Bu gazeteciler, Erdoğan’ın amansız bir güç savaşı içerisine girdiği dev bir medya grubu sahibi Aydın Doğan için çalışıyorlar. Erdoğan birkaç hafta önce Kürt bölgelerine yaptığı bir ziyaret esnasında şöyle demiştir: ‘biz diyoruz ki: bir ulus, bir bayrak, bir ülke, bir devlet. Buna kim karşı olabilir. Buna karşı olan varsa çıksın istediği yere gidebilir.’ Bu, aslında ultra milliyetçi olan MHP’nin güttüğü ve sadece partisi içerisindeki milliyetçi muhafazakar çevrelerin hoşuna gidecek olan ‘sev ya da terk et söylemidir’. Savunma Bakanı, 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü’nde Cumhuriyetin kuruluşu olan 1923 yılında bir milyonu aşkın Yunanlıların ve Ermenilerin zorunlu olarak göç ettirilmiş olmasını dolaylı olarak tasvip etmiştir.
Her şeye rağmen Erdoğan seçmenden ziyade adaletten korkmak zorundadır herhalde. ‘Şu anda inandırıcı demokratik bir muhalefet partisi yok’, diyor Ahmet Altan.
Umut Oran’ın bakışı enerjik bir hal alıyor. ‘Ben bir Türk vatandaşı olarak ülkemde gerçek bir demokrasinin varlığını hissetmiyorum’, diyor Oran. Bunu partisi içerisinde de hissetmiyormuş. ‘Dünyanın, içerisinde hareket ettiği bir ritm var, biz de bunu takip etmek zorundayız’, diye devam ediyor Umut Oran. Umut Oran, globalleşmeyi yeni şanslar ile tercüme eden genç yüksek tabakanın ritminde yaşıyor. Umut Oran 1963 Almanya doğumlu, Türkiye’de ekonomi alanında tahsil görmüş ve daha sonra kendi tekstil şirketini kurmuştur. Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) başkanıdır, Anadolu’da istihdam yaratılmasına yönelik, ancak bir de derneğinin IWF’deki ve Avrupa Komisyonu’ndaki menfaatleri için çalışmalar yapmaktadır. Kendisi, birkaç dakikada bir çalan cep telefonunun dikkatini bozmasına izin vermeyen dikkatli bir görüşme ortağıdır.
Oran ABD’ye uçmuş, orada demokratik siyasetçileri ve demokratiklere yakın olan düşünce fabrikalarını ziyaret etmiştir. Internet’i kendisi için keşfetmiş, Obama gibi bir ‘Facebook’ – Sayfası kurmuştur. Kendisine ait bir Umut – Oran – Internet Sayfası da vardır, ki bu sayfada Oran için kullanılan ‘O’ logosu Obama için kullanılan ‘O’ logosu ile benzer şekilde dizayn edilmiştir. Oran, bir internet – video sitesi olan ‘Youtoube’un Türkiye’de kapatılmış olmasını üzücü bulmaktadır. Hükümet, bu siteden indirilebilen bir videoda sözde/sözümona Atatürk’e hakaret edilmesine bu siteyi kapatarak reaksiyon göstermiştir. ‘Ben Obama’nın siyasetini çok yakından takip ediyorum’, diyor Oran. ‘Obama genç kişilere doğru davranmış, onları gerçekten dinlenmiş, onları projelerine dahil etmiş, onların tavsiyelerine uymuş ve sadece onlara akıl vermekle kalmamıştır.’
CHP Ankara Genel Merkez binasında farklı şeylerin yapılması daha mümkündür. İktidarsız parti genel başkan yardımcılarından birisi olan Yılmaz Ateş, yazı masasının arkasına gizlenmiş olarak eskiden beri bilinen parti pozisyonlarını ve AKP’ye yönelik eleştirilerini ilan ediyor. Partisi gelecek için hangi projeye mi sahipmiş? ‘Parti kendi projemizi Cumhuriyet’in kurulması ile zaten gerçekleştirmiştir’, diyor Ateş. Böyle bir dünya görüşü içerisinde reformların yeri yok. Ancak Baykal – rejimi parti içerisinde yumuşama gösteriyor gibi görünüyor. 21 Aralık’ta bir kurultay düzenlenecekmiş ve bu kurultayda ‘değişiklikler’ yapılacakmış. ‘Bunlara ihtilal demek belki biraz fazla kaçar, ancak bunlar önemli reformlar olacaktır’, diyor Ateş. Buna göre, yardımcı pozisyonlarının sayısının on ila onikiye kadar yükseltilmesi ve bu pozisyonlara parti içerisindeki münferit alt sınıf (lider) yardımcılarının yerleştirilmesi suretiyle tabanın etkisi arttırılacakmış. Ancak bu reformlar, parti genel başkanlık seçimlerinde yeni bir başkanın başa geçmesini kolaylaştıracak nitelikte değilmiş. Son olarak da Ateş, aslında her şeyi ifade eden bir şey söylüyor: ‘Baykal giderse, parti temelden sarsılır/parçalanır – ondan sonra Türkiye’de temelden sarsılır/parçalanır.’
Umut Oran buna rağmen ona rakip oluyor. Neredeyse hiçbir şansı olmasa da.  ‘Ben bu umudu hissediyorum’, diyor Oran. Sonuç olarak ‘umut’ Oran’ın adı.

Print Friendly, PDF & Email