29 Ekim 1923’te, tüm mazlum ulusların özgürlük ve bağımsızlık rüyalarına ilham vererek kurulan Cumhuriyetimizden geriye anılar dışında çok az şeyin kaldığı bir dönemde kendimize bir soru sorarak yeniden başlamak zorundayız: Cumhuriyetimizi nasıl kaybettik?

Bir kabullenişin de ifadesi olan bu soru, pek çok Cumhuriyet çocuğunu rahatsız edebilir ve hatta bazı dostlarımız, şekli demokrasi uygulamalarına bakarak, hâlâ tutunacak bir dal olduğunu düşünebilir. Oysa rejim değiştikten, Cumhuriyet kurumları bir bir yok edildikten ve kalanlar da yandaşlar tarafından doldurulduktan sonra bize düşen şey, gerçeklerle yüzleşmek ve yeni durumu kabul etmektir.

Ancak bu kabulleniş, teslimiyetin ifadesi de olmamalıdır. İhtiyaç duyduğumuz bakış açısı, önce gerçekleri kabullenip ardından da başarısızlığı tescillenmiş mevcut anlayışlardan “zihinsel kopuşumuzu” gerçekleştirerek geleceği hedeflemek olmalıdır.

Zihinsel kopuş; bugüne kadar yapılan ve sonuç alınmayan her bir düşünme biçimini ve uygulamayı geri dönmemek üzere terk etmektir. Bu anlamda, son 17 yılda yapılan ve CHP’ye iktidar getirmeyen tüm politikalar ve tutumlar gözden geçirilmelidir. Tek adamlığa özenilerek, rakibin argümanlarını kullanarak, daha çok demokrasi yerine daha az demokrasiye yönelerek ve en önemlisi sadece rakibin savlarının aksini savunarak tek başına iktidar olunamayacağına göre zamanın ruhuna uygun yeni bir hikâye yaratmaktan ve kitleleri ikna etmekten başka çıkar yol yoktur. Kitleleri ikna edecek olansa “tutarlı bir söylemle ve Cumhuriyet çocukları arasından çıkacak rol modelleri en ön cepheye koyarak” yepyeni bir siyaset anlayışını kendi evimizden başlayarak göstermektir.

Çok açıktır ki, gerçekçi bir özeleştiri yapılmaya başlandıktan hemen sonra “Cumhuriyetimizi neden kaybettik?” sorusuyla beraber “Cumhuriyetimizi nasıl geri alırız?” hedefi de zihinlerimize girecek ve mevcut siyaset anlayışından köklü bir zihinsel kopuş sağlanmış olacaktır. Bu nokta, en büyük gücümüzü de açığa çıkaracaktır. O güç: Türk Devriminin bu coğrafyada yarattığı köklü değişikliktir. Bazılarının iddia ettiği gibi, “benimsenen devrimler ve benimsenmeyen devrimler” diye bir ayrım yoktur. Topyekûn Cumhuriyet’in yarattığı bir aydınlanma ve bilinç vardır. Hepimizin büyük bir aşkla bağlı olduğu Cumhuriyet değerleri, örgütlü mücadeleyle birlikte, daha geniş kitlelere de yayılacak ve 1919’un 100.yıl dönümünde ihtiyaç duyduğumuz “devrimci bakış açısı” bizleri muzaffer kılacaktır.

Öyleyse kuruluşunu kutladığımız Cumhuriyet’in kaderini bir kez daha ellerimizle çizmek, Gençliğe Hitabenin bakış açısını ve Bursa Nutkunun ruhunu yeniden hayatımızın merkezine koymak ve altı oklu devrim bayrağını vatanın her karış toprağında dalgalandırmak için harekete geçmek gerekmektedir. Yüreklerimizi birleştirip, akıl ve bilimin rehberliğinde yan yana gelmek artık bir zorunluluktur.

17 yıldır sürekli ötekileştirilen, sürekli baskı altında tutulan ve hakarete uğrayan Cumhuriyet çocukları, bir kez daha tüm yurttaşları aynı büyük hedefte, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” ittifakı içinde birleştirme gücüne sahiptir. Zincirlerimizden başka kaybedeceğimiz hiçbir şeyin olmadığı bu günde Cumhuriyet çocuklarına düşen, umutsuzluğu bir yana bırakarak yeniden “umut etmeyi” öğrenmektir.

Türkiye’nin Cumhuriyet çocuklarının örgütlü mücadelesi dışında bir seçeneği artık yoktur.

29 Ekim’i gerçek bir şölene çevirecek olan da budur.

Dayanışma duygularımla,

umut oran

Print Friendly, PDF & Email