Dünya; 18.yüzyılda buhar makinasının icadıyla başlayan I.Sanayi Devrimi’nden beri her 100 yılda yeni bir endüstri devrimiyle karşılaştı. 19.yüzyılda elektrik enerjisinin kullanımı ve seri üretime geçilmesi II.Sanayi Devriminin işareti sayılmışken, 20.Yüzyılda üretim süreçlerinin otomasyonu ve bilgisayar kullanımının başlaması III.Sanayi Devrimi olarak tanımlandı. Şimdilerdeyse yepyeni bir dönemden yani IV.Sanayi Devriminden bahsediliyor. Bu yeni dönemin temel özelliği; insanlar, makinalar ve ürünler arasında gerçek zamanlı iletişim, bağlantı ve etkileşim öngörmesi. Bir başka deyişle, Endüstri 4.0, tıpkı kendinden önce gelişen Sanayi Devrimleri gibi, tüm toplumsal ilişkileri değiştirecek şekilde kendi kavramlarını ve modellerini yaratacak gibi görünüyor.
Ancak ortada büyük de bir sorun var! İletişim teknolojilerinin inanılmaz boyutlarda gelişmesine ve yaygınlaşmasına rağmen geri kalmış ülkeler, ilk 3 sanayi devrimini kaçırdıkları gibi Endüstri 4.0’ı da büyük olasılıkla kaçıracaklarını görüyorlar. Oysa aynı anda gelişmiş ülkeler, başta Almanya, ABD, Çin olmak üzere eğitimden sağlığa, istihdamdan yatırım-teşvik politikalarına kadar her şeyi yeni dönemin kavramlarına göre yeniden düzenliyorlar. Örneğin Almanya’da büyük şirketler cirolarının yaklaşık %3.5’ini Endüstri 4.0 odaklı projelere ayırırken Alman hükümeti de 2020 yılına kadar her yıl 40 milyar Euro yatırım desteği sağlıyor.
Dünyanın dört bir yanında toplumlar “devlet eliyle bu yeni döneme hazırlanırken” anahtar kavramlar olarak ortaya çıkan Siber-Fiziksel Sistemler, Öğrenen Robotlar, Nesnelerin İnterneti, Bulut Bilişim, Büyük Veri, Katmanlı Üretim, Sanal Gerçeklik, Siber Güvenlik,… yeni rekabet alanları ve vazgeçilmezler olarak ortaya çıkıyor.

Belki de bu devasa değişimin en yıkıcı sonucu, tüm ortamın ve kavramların yarattığı asimetri. Gerçekten dünya her anlamda asimetrik bir hal alıyor. Devletler, ordular, şirketler, teknolojiler, imkân ve kabiliyetler arasında asimetrik bir ilişki var. Örneğin, yüzlerce milyon dolarlık uçakları birkaç bin dolarlık uçan teknoloji; dronelar vuruyor. Tam anlamıyla drone çağı! Birkaç yıllık teknoloji şirketleri, yarattıkları ürünlerle orta büyüklükteki devletlerin bütçeleri kadar ciroya ulaşıyor. Sanayileşmesini tamamlamış ülkeler, yeni teknolojileri ve kavramları üretme tekeline sahip oldukları için gelişmemiş ülkelerle olan gelişmişlik farkını her yıl kat be kat arttıracak kadar gücü biriktiriyorlar. Bir başka deyişle “aynı yolu takip ederek yetişmenin mümkün olmadığı bir yarış” alanına dönüşüyor devletler arası mücadele.

İşte tam da böyle bir dünyada değişen ortama ısrarla “uyum sağlamayacağım” diyen bir kurum ortaya çıkıyor: Siyaset kurumu! Sadece Türkiye’de değil, dünyada da tüm değişimlerin en uzağında olanların siyasi partiler olduğunu görmek şaşırtıcı olmamalı. Zira siyaset en temelde “kural koymak” için yapılan bir faaliyet. Oysa büyük kırılma dönemlerinde gelecek vizyonuna sahip olmayan, gerekli araştırma ve inceleme çalışmalarını yapmamış olan siyasi partilerin ve siyasetçilerin yapabileceği tek şey: Rüzgarla birlikte savrulmak.

Bu yüzden dünyanın dört bir yanında göçmen karşıtlığı yükseliyor, ırkçılık artıyor, ötekinden nefret ederek, sınırlara duvar örerek ve sadece şiddeti yükselterek ellerinde olanı koruyabileceklerine inandırılıyor insanlar.  Ancak bunu yaparken aslında zamanın gerisine düşüp, tarih öncesi yaratıklara dönüşüyor siyasi partiler. Siyaset kurumu topyekûn şunu söylemiş oluyor: Piyasa kendi yolunu bulsun, iyi-kötü yeni bir paradigma ortaya çıksın, biz de ona göre yeniden yapılanırız!

Oysa siyasi partilerin aynı zamanda öncü olmak, temsilciliğine soyundukları geniş toplum kesimlerinin geleceğini düşünmek ve insanları çıkar gruplarının insafına terk etmemek gibi görevleri de olmalı! Daha yaşanabilir, adaletin hâkim olduğu, eşitliğin her anlamda tesis edildiği bir ortamı yaratmak da siyasilerin görevi olmalı. Bunu başarabilmek içinse tek kural: Değişim, değişmek ve değiştirmek!

Geleceği tahmin etmek kahinlerin işi elbet ancak Endüstri 4.0’ın her şeyi olduğu gibi siyaseti de siyasi partileri de tamamen değiştireceği bilinmeli. Örneğin siyasetin gençleşmeden yol alabilmesi mümkün değil! Çok değil birkaç yıl içinde tüm yönetim kadrolarında gençleşmeye gitmeyen partilerin yaşama şansı yok! Aynı durum katılım konusunda da geçerli. Herkesin cebinde akıllı telefonların olduğu bir zaman diliminde siyasetin hala birkaç bin delegeyle ya da birkaç yüz milletvekiliyle kontrol edilebileceğini, tüm kararların dar gruplar içinde alınacağına inananlar kaybedecekler. Artık her konuda en geniş katılım esas olacak. Demokrasinin, birkaç yılda bir “oy verip evde oturmak” olmadığı kabul edilecek. Kadınlar, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar görünür olacaklar. Kadını yok sayan ve onları kotalara mahkûm eden her parti kapanacak.

Siyasetçi profili de değişecek. Siyaset sadece birkaç kişinin değil “toplumun saygısını kazanmış” herkesin işi haline gelecek. Muhtemelen birkaç yıl içinde youtube fenomenlerinden biri ya da birkaçı siyasete soyunacak. Onlar da “benim de bir sözüm var” diyecekler. Artık asık suratlı akademisyen-siyasetçi formatı da geride kalacak. Daha çok “mühendis fenomen” siyasette olacak. Örneğin genç Aziz Sancarlar kitleleri arkalarından sürükleyecekler. Siyasi partiler de “üretim” esasına göre sıralanacak. Söz üretemeyen, gelecek vizyonu üretemeyen, katılım yolları üretemeyen, adalet ve özgürlük üretemeyen her yapı yok olacak. Hatta siyasi partilerin en önemli birimi Ar-Ge haline gelmek zorunda kalacak. Üyelik kavramı köklü şekilde değişecek. Kâğıt üzerinde 100 üyesi olan siyasi partilerin iktidar olabileceği zamanları göreceğiz muhtemelen.

Kısaca, Endüstri 4.0 sağlıktan-eğitime, güvenlikten-yargıya, ulaşımdan hizmet sektörüne tüm dünyayı değiştirirken, mecburen siyaset kurumu da değişecek. Bugün siyaset deyince aklımıza gelen şeylerden geriye sadece “siyaset” kelimesi kalacak. Ondan gayrı her şey parçalanıp yeniden anlam kazanacak. Bakalım o günler geldiğinde bugünlerin muktedir siyasileri nasıl ve hangi kelimelerle anılacak!

Print Friendly, PDF & Email