Cumhuriyet Bayramı, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kan ve gözyaşıyla dolu Kurtuluş mücadelesinin eseri olarak hem 19 Mayıs 1919’da başlayan büyük meydan okumanın hem de “ilelebet payidar kalacak olan” Türk milletinin zafer tacı olarak 1923’te doğmuştur.

Ancak 1923’e giden yolu doğru kavramak da her bir Atatürkçü için elzemdir. Hatırlanmalıdır ki, 19 Mayıs’ta başlayan büyük meydan okumanın hedefi emperyalizm ve onların işbirlikçileridir. Zira vatanın bütünlüğüne kast etmişlerdir. Kemalist Kuvvacıların yeğane amacı ise Türk semalarında ay yıldızlı bayrak dışında hiç bir bayrağın dalgalanmamasını temin etmektir ve bunu da başarmışlardır. 

29 Ekim 1923 ise yıkılan Padişahlık sisteminin bir daha asla geri gelmeyeceğinin ve kendini yönetme iradesinin sadece ve sadece büyük Türk milletinde olacağının ilanı olmuştur. İlelebet payidar kalacak olan Cumhuriyettir yani Türk millletinin “iradesidir.” Atatürk’ün tüm konuşmalarında ve eylemlerinin özünde aynı şey vardır: “Türk milleti ve onun iradesi.” Bu sayededir ki, Padişah’ın kulu olarak yaşamış olsa köyünden dışarı çıkamayacak olan pek çok vatan evladı hakim, savcı, doktor, mühendis ve hatta Başbakan, Cumhurbaşkanı olmuştur. Bugün kendisini Cumhuriyet dönemiyle ve liderleriyle kıyaslama hevesi içinde olanlar bilmelidir ki, kendilerinin bu kıyası yapabilmesinin yeğane sebebi Mustafa Kemal’dir zira Türk tarihinden Atatürk’ü çıkardığımızda ne AKP kalır ne de Cumhurbaşkanlığı makamı! Daha popüler bir ifadeyle “Madem beğenmiyorsunuz yolları, köprüleri, tünelleri, şehir hastanelerini kullanmayın!” diye haykıranlara sakin bir şekilde “Madem siz de beğenmiyorsunuz Cumhuriyetin size hediyesi olan bu makamları terk edin!” demek de aynı derecede makuldur. 

Ancak biz Cumhuriyet çocukları için böylesi kısır çekişmelerin ve rakibe odaklanarak “laf sokma” yarışına girmenin bir anlamı yoktur. Kendisini Mustafa Kemal’in manevi mirasçısı olarak görenler için doğru tavır: “Şartlar ne olursa olsun Cumhuriyeti yani Türk milletini” ilelebet var etmenin yollarını aramak ve mücadeleyi bu bakış açısına uygun olarak inşa etmektir. Bu noktada, en kritik konulardan biri “kendimize yalan söylememek” ve acı da olsa, en gerçekçi durum tespitini yapmaktır. 

Çok açıktır ki Cumhuriyet’i kuranların hayal ettiği noktayla 2021 Türkiyesinin geldiği nokta aynı değildir. Daha kötüsü, aynı durum CHP için de geçerlidir. Zira bize göre, Atatürk’ün iki büyük eserim dediği Türkiye Cumhuriyeti ve Cumhuriyet Halk Partisi aynı kadere sahiptir. Biri zayıflarken diğeri güç kazanamaz! Şayet Türkiye Cumhuriyeti güç kaybettiyse mutlaka CHP de güç kaybetmiştir. O halde, Cumhuriyet’i yeniden yükseltmenin koşullarından biri, belki de en önemlisi, Cumhuriyet Halk Partisinin güçlenmesi, örgütlülüğünü arttırması ve her yaştan Cumhuriyet çocuğunda heyecan uyandırmasıdır. Bu sağlanmadan umutları yeşertmek çok olası görünmemektedir.

Ancak biliyorum ki, son dönemde “iktidar gidiyor, artık kimse bunları kurtaramaz, biz geliyoruz” gibi cümleler çok daha gür bir şekilde çıkmaktadır. Özellikle yerel seçimlerde büyükşehir belediye başkanlıklarının alınması, “gidiyorlar” diyenlerin elini güçlendirirken yaşanan özgüven patlaması sebebiyle CHP tabanına yönelik “sakın konuşmayın, herkes sussun, bu sefer kazanıyoruz” gibi cümleler de sık kullanılmaya başlanmıştır. Oysa tarih boyunca “susarak” devrim yapan bir parti görülmemiştir! Mustafa Kemal de Kurtuluş Savaşının en sorunlu anlarında bile “sakın konuşmayın, herkes sussun” dememiştir. Tam aksine herkesin konuşmasını teşvik etmiştir. Zira Cumhuriyet fikrinin temeli budur: “Herkesin konuşması, hangi ünvana sahip olursa olsun halkın da sözünün olması!”

O halde gelinen noktada sadece rakibe odaklanarak ve yaşanan ekonomik krizlerin rakip partilerde oy kaybına sebep olacağını varsayarak “iktidar olunabileceği” düşüncesi çok sağlam temellere sahip görünmemektedir. Zira iktidara hazırlanmayı değil iktidardaki kırılmaları esas almaktadır. Oysa Mustafa Kemal’in mücadelesi bunun tam tersidir. Atatürk, yurdun işgal altında olmasına, Padişahın ve etrafındakilerin halkın gözünden düşmesine bakarak “kendi devrimci yolunu inşa etmekten” geri durmamış tam aksine iktidar olmak için Türk milletini iktidara hazırlama görevinin de kendisinde olduğunu kabul etmiştir. Kongreler döneminde yaşanan, Temsil Heyetinde görülen, TBMM’yle beraber ete kemiğe bürünen budur: Türk milletini yeni iktidara hazırlamak!

Bu perspektiften bakılınca CHP’nin “tek başına iktidar olması” için tabanını “susturmaya” çalışmak yerine “tabanını konuşmaya cesaretlendirmesi”, kitleler arasında heyecan yaratması ve “kendi devrimci yolunu inşa etmesi” mecburidir. İktidara yürüyecek parti, bu kararını her tavrıyla ve sözüyle göstermek zorundadır. Örneğin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin bir “tek adam düzeni” olduğu iddia ediliyorsa parti içinde “tek adamlığa” sebep olacak tüm anti demokratik düzenlemeler ortadan kaldırılmalı ve tabanın sesi hakim kılınmalıdır. Cumhurbaşkanı Adayının belirlenmesi süreci bu anlamda çok büyük bir fırsattır. 

Kamuoyuna yansıdığı şekliyle “bir Genel Başkanın ya da bir kaç Genel Başkanın” bir gece ansızın “Adayımız budur!” demesi demokratik olmadığı gibi Cumhuriyetin kuruluş felsefesine de aykırıdır. Nasıl ki Türk milleti, kendi kaderini eline alacak yani Padişahın iradesinin üstüne kendi iradesini koyacak kudrete sahip idiyse bugün de Cumhuriyet çocukları kendi Cumhurbaşkanı adaylarını seçebilecek kudrettedir. Tek Adam düzenine karşı olmanın koşulu “tek adam düzeninin tüm uygulamalarını” da reddetmektir. 

İnanıyorum ki, özellikle geçen 20 yıl içinde, her yaştan Cumhuriyet çocuğu gerekli dersleri çıkarmış ve Mustafa Kemal’i daha iyi anlama şansına erişmiştir. 

Umuyorum ki, bunca yılın ardından “susalım, bekleyelim, ekonomik kriz onları alaşağı eder” gibi düşüncelerin işe yaramadığı bu kez görülmüştür. 

Ve umut ediyorum ki, CHP’nin tek başına iktidar olmasının ilk koşulunun “CHP’yi kurumsal anlamda zamanın gereklerine göre geliştirmek ve her anlamda demokratikleştirmek” olduğu anlaşılmıştır.

Kendi öz gücümüze, öz ideolojimize ve öz evlatlarımıza inanıp, her bir vatan evladının büyük bir heyecanla konuşmasını, karar alma süreçlerine katılmasını sağlayabilirsek Cumhuriyet’in 100.yılında yani Türk milletinin kaderini kendi eline aldığı günün 100.yılında başımız dik olarak kendimizi tarihe emanet edebiliriz. Aksi her durumda “kendini kandıra kandıra” yokoluşu bekleyen iyiniyetli insanlar olarak yok olup gideriz.

Cumhuriyet Bayramınız kutlu, kendinize ve fikrinize olan umut oranınız yüksek olsun.

Dayanışma duygularımla,

Umut Oran

Print Friendly, PDF & Email