17 Ağustos Depremi, yakın tarihimizin en acı felaketlerinden biri olarak tarihe geçti. Yüzbinlerce evin hasar gördüğü, on binlerce yurttaşımızın hayatını kaybettiği ve çok daha fazlasının fiziksel ve ruhsal olarak yaralandığı tarifsiz bir yıkımdı yaşananlar. Sadece benim gibi o günleri deprem bölgesinde yaşayanlar değil, Türkiye’nin neresinde olursa olsun herkes 17 Ağustos depreminden az ya da çok zarar gördü. Depremin ilk anından itibaren iktidarın yetersiz kalması, daha önceden alındığı varsayılan önlemlerin alınmamış olduğunun anlaşılması, iletişim ve koordinasyon başta olmak üzere ciddi bir düzensizliğin görülmesi Türk toplumunda daha büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu. Elbette bakanlar, valiler, kaymakamlar, askerler, polisler ve halk sabahlara kadar ellerinden gelen her şeyi yaptılar ancak “hazırlıksızlık sebebiyle” düzensizlik görüntüsü hiç ortadan kaldırılamadı. 

Büyük Türk milleti, o günlerde de tıpkı tarih boyunca olduğu gibi, büyük bir sabırla olayları karşıladı. Önce enkazların altındakileri çıplak elleriyle çıkarmaya ardından yaraları sarmaya, sonrasında da hayatı normalleştirmeye ve hayata tutunmaya odaklandı. Ancak yaşadıklarını da asla unutmadı. 17 Ağustos’un ekonomik sonuçları oldu, çevresel, psikolojik sonuçları oldu ancak bunlar kadar önemli olmak üzere siyasal sonuçları da oldu. 3 Kasım 2002’de yapılan seçimlerde deprem zamanında hükümette olan 3 parti ve deprem öncesi dönemde iktidarda bulunmuş tüm siyasi partiler baraj altında kaldılar. Türkiye, yeni bir döneme giriş yapıyordu ve yeni dönemin 2 başat partisi AKP ve CHP olarak kalmıştı.

Aradan geçen zaman içerisinde gördük ki en kudretli siyasi partiler ve liderler bile zaman içinde güç kaybediyorlar. Ancak halkın gözleri önünde gerçekleşen büyük olaylarda, felaketlerde iktidarların tutumları yeterli görülmezse ve hayal kırıklığı yaşanırsa sorumlu görülen partiler ve liderler siyaset sahnesinden yok oluyorlar! Zira halk hiçbir şeyi unutmuyor ve zamanı gelince de faturayı kesiyor.

Ne yazık ki 17 Ağustos 1999 depreminin yıl dönümünde yine ardı arkası kesilmeyen felaketleri yaşıyoruz. Türkiye’nin güneyi günler boyunca yanarken halk, iktidarı yanında göremiyor. Türkiye’nin kuzeyinde halk sellerle boğuşurken iktidarı yanında göremiyor. Türkiye’nin sınırlarından milyonlarca göçmen ülke içinde her yere yayılırken halk sesini iktidara duyuramıyor. Ve çok üzücüdür ki, muhalefet partileri de halkın hayatına, zihin dünyasına, sorun yaşadığı konulara girip, halkta umut oluşturamıyor. Bu durum bana tarihin tekerrür edebileceğini hatırlattı. Büyük bir felaketin üzerine iktidara gelen AKP ve sonrasında oluşan siyasi sistem, böyle devam ederse, arka arkaya yaşanan felaketler sonucunda “geldikleri gibi gidebilirler.” Ancak şunu da bilmeliyiz, yaşananlar tıpkı 1999’da olduğu gibi sadece 1 partiyle ilgili bir sorunu yansıtmıyor. Tam tersine topyekun, “siyaset kurumuyla ilgili bir soruna işaret ediyor.” Bu da demek oluyor ki, bu düzen bir anda değişecekse mevcut tüm partiler bu büyük öfke dalgasının altında kalabilir. Türk milleti, 10 yıllardır ya sabır çekmesine rağmen makus talihinin değişmeyeceğine inanırsa faturayı, geçmişte olduğu gibi, herkese aynı anda kesebilir.

Ancak ben, bir siyasetçi olarak, böyle bir sonucun da riskler barındırdığını görüyorum. Bir çeşit kırılma dönemi olarak tanımlayabileceğimiz böylesi dönemlerde örgütsüz ama öfkeli seçmenlerin herkese fatura kesmesinin istenmeyen sonuçlar doğurabileceğini de görüyorum. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak deyiminde ifade edilen olumsuz sonuçların her daim olası olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden çıkış yolu olarak “siyaset kurumunun topyekun değiştirilmesini” gerekli görüyorum. Gerçekten de başta siyasi partiler kanunu ve seçim kanunları olmak üzere, Anayasa’da, yerel yönetimler yasasında, Meclis İçtüzüğünde, Siyasi partilerin tüzük ve yönetmeliklerinde yapılacak demokratik değişikliklerle ve siyasi ahlak ve etik yasası gibi hayati öneme sahip yasaların çıkarılmasıyla “düzenin işler hale getirilebileceğine” inanıyorum. Biliyorum ki bu değişimleri mevcut liderlerin yapması çok kolay değil. Zira “tek adam” yetkilerine sahip olmak, herşeyi kontrol etmek, alternatif her fikri şiddetle bastırmak bazılarına çekici gelebiliyor. Ancak Türkiye’nin acilen normalleşmeye ve ardından da yapısal sorunlarını aşacak akılcı bir iktidara ihtiyacı var. Türkiye’nin “kısır çekişmelere ve rakibe saldırmaya dayalı” siyaset anlayışından acilen kurtulması gerekiyor. Bu yapılamazsa siyaset kurumunun büyük bir gürültüyle “tüm siyasi partilerin üstüne çökeceğini” ve iktidarından muhalefetine kadar herkesin bu işten zarar göreceğini düşünüyorum. 

Umuyorum ki iktidar, iktidar kibrine kapılarak, muhalefet de mevcut konfor alanına saplanarak gerçeklere kulaklarını kapatmaz. Şayet öyle olursa ve “bu düzeni böyle devam ettiririz” diye düşünürlerse Türk milletinin yükselen öfkesiyle şu ya da bu seçimde karşılaşırlar ve tarihten silinip giderler.

17 Ağustos’un yıldönümünde, hayatını kaybeden yurttaşlarımıza saygıyla anıyor, kayıplarını hala yüreklerinde yaşayan tüm vatan evlatlarına da sabır diliyorum.

Dayanışma duygularımla,

Umut Oran

Print Friendly, PDF & Email