Türkiye Cumhuriyeti, belki de tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşarken, geleceğe dair olumlu duygular paylaşmak, her şey yolunda demek ya da “tükendiler, gidiyorlar” gibi cümleler kurmak mümkün olsa da çok gerçekçi değil. Zira yaklaşık 20 yıldır devam eden AKP iktidarında sadece rejim değişmedi aynı zamanda tüm siyasi partiler de birbirlerine benzedi. Siyaset, iktidar bloğu temsilcileriyle muhalefet bloğu temsilcilerinin “kayıkçı kavgasına” dönüştü. 

Öyle ki, artık hiç bir parti “örgütlenme, kitleleri aynı hedef uğrunda mücadeleye çekme” gibi kaygılar gütmüyor. Kimin milletvekili ya da belediye başkanı olacağına “parti üyeleri ya da seçmenler karar versin” demiyor. Siyaset bir hizmet ve bayrak yarışıdır deyip bir kaç dönemin sonunda kimse koltuğunu devretmiyor ama tüm siyasi partiler “parti üyelerini ve milletvekillerini susturuyor”. Siyasetle uğraşan insanlar “genel başkanların” istediklerini yaptıkları ölçüde göz önünde tutulurken, en ufak eleştiride “disiplin kurulları sopa olarak kullanılıyor.” 

Yeni politik önermeler, işsizliği ortadan kaldıracak projeler, gelişmiş ülkeleri yakalamaya hizmet edecek yepyeni sözler, planlar, stratejik hedefler hiç konuşulmuyor. Oysa gençlerimiz işsiz, umutsuz, geleceksiz bir şekilde yaşamaya çalışıyor. Milyonlarca genç ve aileleri, duvara asmak dışında işe yaramayacak diplomalar için tüm hayatlarını harcamaya zorlanıyor. Altta kalana ne olacağının önemsenmediği, %10’luk zengin kesiminin çıkarı için %90’ın yokluk içinde yaşamaya mahkum edildiği bir düzende yaşanıyor. Bir başka deyişle siyaset kurumu her anlamda halktan  ve halkın gerçek sorunlarından uzaklaşıyor.

Bu ve benzeri pek çok gerekçe dolayısıyla sadece söze dayalı “tükendiler, gidiyorlar” gibi sloganları gerçekçi bulmuyorum. İktidar bloğunun ancak ve ancak “halkın güvenini kazanmış bir alternatif iktidar adayı partiyle yani CHP’yle” yenilebileceğini düşünüyorum. Fakat bunu başarmanın ön koşullarının olduğunu da biliyorum. Örneğin rakibe benzemek ya da rakibi takip ve taklit etmek yerine CHP’nin her anlamda kurumsal değişimi başlatmasını, parti içi demokrasiyi egemen kılmasını, özeleştiri mekanizmalarını sürekli işletmesini ve her şeyden önce partiye ömrünü vermiş seçmenlerle beraber “tek başına iktidar” olma hedefini ortaya koymasını gerekli görüyorum. İnanıyorum ki, 4 Eylül 1919’da CHP’nin 1.Kongresinde bir araya gelenler gibi kararlı olunursa ve onlar kadar devrimci bir tavır alınırsa hem tek başına iktidar oluruz hem de yarınlarla ilgili çok daha umut dolu cümleler kurabiliriz. 

Bu noktada, en büyük güven kaynağım, tarihin her devrinde mucizeler yaratan büyük Türk milletidir. Hiç bir resmi ünvanı olmadığı anda dahi devrimden ve Mustafa Kemal’den yana tavır alan Türk milleti; doğru sözleri, doğru tavırla ve doğru kişilerden duyarsa yeniden bir mucize yaratacaktır. Ben de bu davaya ömrünü vermiş on milyonlarca Cumhuriyet çocuğu gibi, şartlar ne olursa olsun, CHP’yi hak ettiği noktaya yani tek başına iktidara getirene kadar mücadelenin tam merkezinde olacağım. Ve insanlık tarihinin en nadide emanetlerinden olan CHP’yi dahili ve harici bedhahlara karşı var gücümle koruyacağım. 

Anadolu’nun dört bir yanında benimle omuz omuza mücadele vermek kararlılığında olan her yaştan Cumhuriyet çocuğunun da aynı duyguları yaşadığına eminim. Bu anlamda, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, idrak edeceğimiz Kurban Bayramının insanlığa ve Türkiye’ye yeni umutlar için vesile olmasını diliyorum. Bu bayramda da dayanışmanın, yardımlaşmanın, halden anlamanın ön planda olmasını umut ediyorum. 

Bayramınız kutlu, yarınlarımız bugünden daha iyi olsun.

Dayanışma duygularımla,

Print Friendly, PDF & Email