2020 yılı, başta covid-19 pandemisi olmak üzere, hemen her konuda büyük sarsıntıların, sorunların, alt üst oluşların yaşandığı bir yıl olarak zihinlerde yer etti. Geçmişte hayal bile edilemeyecek şekilde, nerdeyse tüm dünya, evlere kapanırken, ekonomiler de çok sert bir biçimde “durmaya zorlandı.”  Gelinen noktada yaşanan büyük ekonomik krizin sonuçlarını tahmin etmek mümkün değil.

Muhtemelen 4.Sanayi Devrimi dediğimiz Endüstri 4.0’la beraber düşündüğümüzde hem durmaya zorlanan ekonomiler hem de ortaya çıkan teknolojik gelişmeler sebebiyle insanlık yeni bir “krizler dönemine” girmiş bulunuyor. Benzeri durumlara ancak daha önceki 3 sanayi devrimi sürecinde ya da dünya savaşları döneminde rastlanabilecek bu alt üst oluşların, özellikle Türkiye gibi geri kalmış ülkeleri etkileyeceği basit bir gerçeklik olarak ortada duruyor.

Üstelik gelişmiş ve geri kalmış devletler arasındaki mevcut “teknolojik uçurumun”, pandemi döneminde ne kadar derinleştiği, başta 5G teknolojileri olmak üzere “kritik” altyapıların gelecekte ne tür “eşitsizliklere” sebep olacağı gibi konular da cevaplanması gereken sorular henüz cevaplanmadı. Küresel ısınma, iklim değişikliği, enerji verimliliği ve sürdürülebilirlik gibi konular da potansiyel yeni sorun alanları olarak karşımızda duruyor.

Güzel ülkemiz Türkiye’nin durumuysa biraz daha karışık. Dünyada yaşanan bunca sorunun yanında, ülkeyi 18 yıldır aralıksız olarak yöneten iktidardan kaynaklanan ekstra sorunlar da var. Liyakat kavramı “yandaşlıkla, eş-dost-akraba kayırıcılığıyla” yer değiştirilmiş durumda. Akıl ve bilimin yerineyse “iktidarın doğruları” kullanılıyor. Bu yüzden milyonlarca genç işsizin olduğu Türkiye’de iktidar bloğunun destekçileri çıkıp “işsizlik yok, iş beğenmeme var” gibi cümleler kurabiliyor. Ya da geçinememekten, para kazanamamaktan şikâyet eden insanlara “al keyif çayı iç” gibi ilginç öneriler getirilebiliyor. Oysa böylesi tarihsel kırılma dönemlerinde en fazla ihtiyaç duyulan şey, “gerçeklikle bağını koparmamış iktidarların görevde olmalarıdır.” Bu sayede tehditler ve riskler minimize edilirken, sıra dışı adımlar atarak, küresel gelişmelere ayak uydurmak da mümkün olabilir.

Ne yazık ki Türkiye’deki yönetim anlayışı, küresel risk ve tehditleri ortadan kaldırmaya uygun değil. Bu anlamda muhalefet bloğunun “tarihsel görevleri” artmış bulunuyor. Başta CHP olmak üzere tüm muhalefetin, Türk milletinin bekası için “demokratik yollarla iktidara ulaşacak” adımları atması ve Türk milletine umut olması gerekiyor. CHP açısından bu olasılığın hayata geçmesinin ilk yolu, “özeleştiri mekanizmalarını işletmek” ve kendi öz evlatlarıyla, öz ideolojisiyle ve öz gücüyle yepyeni bir başlangıç yaparak, kurumsal değişimin önünü açmaktır. A’dan Z’ye “kurumsal bir yeniden yapılanmaya” girilmediği müddetçe 18 yıldır olduğu gibi, iktidar bloğunun çizdiği alanda vakit harcamak dışında bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.

Ben, Cumhuriyetimizin 100. Kuruluş yılına giden bu süreçte, Cumhuriyet çocuklarının; CHP’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderine yani Atatürk’ün “iki büyük eserine” sahip çıkması gerektiğine inanıyorum. Türk milletinin muasır medeniyetlerin ötesine geçebilmesinin tek yolunun da bu olduğunu düşünüyorum. Umuyorum ki aklın ve bilimin rehberliğindeki Cumhuriyet çocukları, 2021’i zafere giden yolun ilk yılı haline getirecek ve 2023’te Türkiye yeniden Atatürk’ün aydınlık yolunda, dünyayla rekabet edecek noktaya ulaşacaktır. Türk milletine inancım tamdır.

Umut Oran

Print Friendly, PDF & Email