Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, hayatının her döneminde ve hatta paramparça edilmiş Anadolu’nun göklerinde Ay-yıldızlı bayrağı yeniden dalgalandırmaya başladığı dönemlerde bile büyük saldırıların hedefinde olmuştur.

Henüz öğrenciyken “teşkilatçılık yönünü” keşfetmiş ve girdiği her ortamda, bulunduğu her makamda etrafındaki herkesi örgütlemeye, farklı düşüncelere sahip insanları ikna ederek aynı yolda yürümeye teşvik etmiştir. Hiç şüphesiz ki Mustafa Kemal, doğru bildiği yolda yürürken her türlü riski de göğüslemeyi bilmiş ve Çanakkale Savaşlarında olduğu gibi “milletin bekası için” bizzat sorumluluk almaktan çekinmemiştir.

Mustafa Kemal, büyük Türk milletinin Atatürk’ü haline geleceği mücadelesinin her aşamasında hem teşkilatçılığını hem de sorumluluk üstlenme ve risk alma özelliklerini defalarca göstermiştir. 19 Mayıs 1919’dan itibaren yaşanan kongreler süreci onun “kutlu davasını” nasıl kitleselleştirdiğini gösterirken Padişah’ın “ölüm fermanını” boynuna şeref madalyası olarak takıp “hiçbir resmi sıfatı olmamasına rağmen Kurtuluş mücadelesine devam etmesi de” onun yüksek sorumluluk duygusunun ispatı olmuştur.

Ancak Mustafa Kemal’in düşmanları da değişen zamana ve zemine göre yeni taktikler geliştirmişler ve büyük Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini tırpanlamak için önlerine çıkan her fırsatı kullanmışlardır. Kurtuluş mücadelesi boyunca işbirlikçi din adamlarına milli mücadele karşıtı “fetvalar” yayınlatan emperyalizm, genç Cumhuriyet’in ilk yıllarında da “gerici ve bölücü” ayaklanmalar çıkartarak Anadolu’nun sonsuza kadar Türk yurdu olarak kalmasını engellemeye uğraşmışlardır.

Her canlı gibi ölümlü olan Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938 yılında vefatından hemen sonra yeniden harekete geçen emperyalist odaklar, bu sefer taktik değiştirerek Mustafa Kemal’i semboller dünyasına hapsedip, Mustafa Kemal’in düşüncelerini adeta yasaklama yarışına girmişlerdir. Böylece bugüne kadar sürecek olan Mustafa Kemal’e yönelik saldırılar da başlamış olur.

Biliyorum ki, 10 Kasım 2019’ın saat tam 9’u 5 geçesinde, “dünyanın en büyük sivil eylemi” olarak adlandırılabilecek “saygı duruşunu” ve milyonların büyük coşkuyla akın edeceği Anıtkabir’i görüp gurur duymak yerine yaşananları “önemsizleştirmeye ve hatta aşağılamaya” çalışacak bir grup mutlaka ortaya çıkacaktır. Hatta içlerinden bazıları, içine düştükleri zevk ve sefa çukurunda ruhlarını teslim ettikleri modern zaman putlarını yani parayı, makamı, lüks düşkünlüğünü ya da ruhlarını saran kibri yok sayıp, Cumhuriyet çocuklarını “put severlikle” de suçlayacaktır. Ancak ne olursa olsun gerçek değişmeyecektir: Her 10 Kasım, “Ne mutlu Türküm diyene!” demekten onur duyanların, “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir.” diyenlerin ve “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” diye haykıranların “Mustafa Kemal’in askeri” olarak Türk milletinin hizmetinde olduğunun ilanıdır. Bu anlamda, ziyaret edilen yer sadece bir mezar yeri değil bir milletin direniş kararlılığını gösterme yeridir. 10 Kasım’da saygıyla ağaya kalkanlar da “Mustafa Kemal’in isimsiz kahramanlarıdır.”

Elbette 2019’un 10 Kasım’ı Cumhuriyet çocukları için Atamızın karşısına övünçle çıkabileceğimiz bir zamana işaret etmemektedir. Zira rejim değişmiştir ve daha önemlisi Atatürk’ün “iki büyük eseri” de geçen on yıllarda büyük darbeler yemiştir. Ancak Gençliğe Hitabe ve Bursa Nutku hala geniş kitlelerin yüreklerinde yaşamaya devam etmektedir. Cumhuriyetimizi yaşatma göreviyle onurlandırılmış Türk gençliği hala ayaktadır ve Atasının izindedir. Yarınlara umutla bakmamızı sağlayan şey de bu inançtır.

O halde, 10 Kasım 2019’da Cumhuriyet çocuklarının vazifesi ilk önce emanetlerimize sahip çıkma kararlılığını bir kez daha ortaya koymak olmalıdır. Bu kararlılığın devamındaysa Atatürk gibi “teşkilatçı ve yeri geldiğinde risk/sorumluluk alıcı” olmak ve mücadelenin en ön saflarına doğru atılmak her bir Cumhuriyet çocuğu için bir zorunluluktur.

Atamızın ölüm yıl dönümünde, Cumhuriyet çocuklarını bir kez daha saygıyla ayağa kalkmaya ve o bir dakikanın sonunda “Ne mutlu Türküm diyene!” diyerek emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine meydan okumaya davet ediyorum. İnanıyorum ki Gençliğe Hitabenin ve Bursa Nutkunun takipçileri 10 Kasım’ı yas günü olarak değil “mücadele kararlılığının” bir ifadesi olarak anlamaya ve Cumhuriyetimizin geleceği için gereğini yapmaya bu yıl da hazır olacaktır.

Ne mutlu Türküm diyene!

Umut Oran

Print Friendly, PDF & Email