4 Aralık Dünya Madenciler Günü’nde madenleri arayıp bulan, işleyen,  alınterleri ile karanlık maden ocaklarını aydınlatanların önemini çok daha iyi kavrıyoruz. Bizlerin yaşamını aydınlatabilmek için çok ilkel koşullarda çalışarak hayatlarını sürdürmeye çalışan o güzel insanlara ne söylesek azdır. Öncelikle madenlerde yaşamını yitiren insanlarımızı saygı ve rahmetle anıyorum.

Madencilerin kömür karası gibi kara olan yazgıları, insanı ve çevreyi odağına koyan akılcı, bilimsel yönetim anlayışı işbaşına gelmediği sürece korkarım ki ilelebet devam edecektir. Madenciliğin “fıtratında ölüm” olmadığını biliyoruz ama bunu dayatarak iktidarını sürdürenlerin yarattığı algının da vatandaşlarımızca çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Almanya’da 40 yıl boyunca maden kazası yaşanmıyor ve 2013’te 3 madencinin ölümü ülkede büyük tartışma yaratıyorsa hepimizin şapkasını önüne koyarak düşünmesi gerekmektedir.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, son 10 yılda tüm ülkelerde iş kazalarının sayısında azalma görülürken, Türkiye’de artışın devam etmesi kabul edilemez. Dünyanın en büyük maden üreticisi Çin, aldığı önlemlerle 1 milyon ton başına düşen ölüm oranını 2008’de 1.27’ye, ABD 0.2’ye kadar indirmesine rağmen, Türkiye’de bu oran 7.22’ye fırlamış durumdadır. Türkiye’de 1995- 2003 yılları arasındaki 8 yıl içinde maden kazası olmamıştı. Ancak, iktidara AKP’nin gelmesiyle 8 Ağustos 2003- 28 Ekim 2014 tarihleri arasındaki 11 yıl içinde ölümlü 13 maden kazası meydana gelmiş ve bu kazalarda 467 yurttaşımız yaşamını yitirmiştir. Bu yıl da madencilerin kabus yılı oldu maalesef ve 13 Mayıs 2014’te Soma’da 301 madencimiz yaşamlarını yitirirken, 28 Ekim’de ise Ermenek’te 28 ocağa ateş düştü.

Almanya’da tüm madenleri devlet işletiyorsa ve sıfır kazayla bu işi götürüyorlarsa bunu Türkiye neden yapmasın? Rödövans sistemi açgözlülüğü ve sıfır iş güvenliğini beraberinde getirmektedir. AKP ile birlikte ölümlerin artmasının gerekçesi budur. Bugün halen 190 bin 346 maden işçisinden sadece 38 bin 492’si sendikalı ise korkarım ki ölümler geriye kalan 152 bin sendikasız madenci arasında yaşanmaya devam edecektir. Çünkü sendikanın olmadığı yerde iş güvenliği değil ölüm kol gezmektedir.  Ortaçağ koşullarında kömür çıkarmayı isteyen patron varsa devlet el koyacak, geri alacak o madeni aksi takdirde bu ölümler başka türlü önlemez.

AKP iktidarı sadece dağıttığı kömür torbası ile ilgilenmektedir, varsın Hazine TKİ’ye bu kömürlerin parası olan 1,6 milyar TL’yi ödemesin,  varsın yaşamını yitiren madencinin eşine dahi dalga geçer gibi çuvalla kömür verilsin, umurlarında değil
Madencinin sorunları 16 Haziran 2012 tarihinden bu yana giderek büyümektedir çünkü dönemin Başbakanı Erdoğan, 2012/15 sayılı genelgeyi o tarihte yayınlayarak Türkiye’deki tüm ruhsatların verilmesi yetkisini doğrudan kendisine, Başbakana bağladı. Bugünkü Başbakan da aynı sistemi sürdürmektedir.

Madencilerin kaderi, Etibank, Sümerbank, KBİ, Çinkur, Demir Çelik İşletmelerini yok eden bu iktidarın değişmesine bağlıdır. Acilen ulusal madencilik politikasının oluşturulması; madenlerimizin, çevresel değerlerimizi de gözeterek en verimli biçimde işlenerek, yüksek katma değer yaratacak şekilde dönüştürülmesi sağlanmalıdır.

Soma’da 301 kardeşimizin yaşamını yitirmesi üzerine AKP hükümetinin hatırlayarak apar topar TBMM’ye gönderdiği ILO sözleşmesi 1,5 aydır TBMM Genel Kurulu’nda bekliyor. ILO’nun 1998’den bu yana yürürlükte olan 176 sayılı Maden İşyerlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi istenirse hemen bugün yasalaştırılabilir. Başbakan Davutoğlu’nun önünde bekleyen ikinci test de Erdoğan’ın rantı kendisine, TÜRGEV’e bağlayan başbakanlık genelgesini iptal etmesidir.

Alnı kara madencinin ölümü kader değildir. Ölüm utancı aç gözlü iktidarındır. İnsanca, hakça bir düzeni kurmak boynumuzun borcudur. Halkın iktidarını kurduğumuz zaman o madenci güle oynaya galeriye inecek, eşi çocuğu kaygıyla onu ocak ağzında beklemeyecek.

Print Friendly, PDF & Email