Herhangi bir toplum için en temel değer bizatihi insanın kendisidir. Birer toplumsal örgütlenme biçimi olan devletler de son raddede insanın hak ve özgürlüklerini korumak, insanların güvenlik içerisinde özgür bir şekilde yaşamasını sağlamak amacına hizmet etmek zorundadır. Odağında insan olmayan, insanların yaşam kalitelerini arttırmaya ve onların özgürlüklerini arttırmaya adanmamış bütün toplumsal örgütlenme biçimleri de insanın insan üzerinde egemenlik kurduğu birer baskı rejimidir.
Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan ülkemizin de odağında insan bulunmaktadır. İnsanın en temel haklarından biri de sağlıklı, daha mutlu bir yaşam sürme hakkıdır. Bu inançla ülkemiz de anayasasında her yurttaşın sağlıklı yaşama hakkı olduğunu garanti altına almış, devlete de sağlık kurumlarını kurmak, bunları işletmek, denetlemek ve vatandaşlara daha kaliteli, nitelikli bir sağlık hizmeti verme yükümlülüğü yüklemiştir.
Cumhuriyet’in getirdiği kapsamlı reformlar ve hizmetler sayesinde 1928 yılında sadece 1.078 doktor ve 1694 sağlık görevlisine sahip olan Türkiye, bugün 125.000’den fazla doktora ve 315.000’den fazla hemşire, ebe, eczacı ve sağlık memuruna sahiptir. Türkiye her alanda olduğu gibi sağlık alanında da Cumhuriyet sayesinde büyük atılımlar yapmış, halkımızın hak ettiği kaliteli sağlık ve bakım olanaklarına erişmek için önemli adımlar atılmıştır.
Ancak, bugün geldiğimiz nokta Türkiye için yeterli değildir. Son 10 yılda sağlık alanında bölgesel adaletsizlikler giderilememiş, bölgesel farklılıklar ortadan kaldırılamamıştır. Bugün hala doktor başına 600’e yakın hasta düşmekte, hastane ve yatak sayıları da gelişmiş ülkeler seviyesinin gerisinde kalmaktadır. Bütün bunların yanında doktorların ve sağlık emekçilerinin de yaşam koşulları, bilimsel özerklikleri ve mesleklerini özgürce yapma hakkı da hükümet tarafından sürekli tehdit edilmekte, vatandaşlara daha kaliteli ve nitelikli sağlık hizmeti vermek isteyen, sağlık kurumlarının birer ticarethane değil de insanlığa hizmet merkezleri olarak yeniden oluşturulmasını talep edenler de mesleklerini yapamaz hale getirilmekte hatta Başbakan tarafından alenen “marjinal grup” olmakla itham edilmektedir. Sağlık sektörü piyasa ekonomisine terk edilmiş, insan vücudu metalaştırılmış, sağlık hizmetleri ise performans ölçümüne bağlı  bir ilişkiye indirgenmiştir. Hastaların “müşteri”, sağlık hizmetinin ise adeta “ürün” yerine konulduğu bu anlayış mesleğin itibarını ve saygınlığını da zedelemiş, toplumsal ilişki ağlarını da bozmuştur.   Bütüncül bir bakış açısıyla sağlık sektörünün mevcut hali bir sorunlar yumağı halindedir ve bunun en büyük sorumlusu da mevcut iktidar zihniyetidir.
Halbuki sağlık hizmeti piyasa koşullarına terk edilmeyecek kadar önemli ve insan yaşamıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Doktor – Hasta ilişkisi piyasa ilişkileri içerisinde anlaşılamayacağı gibi, koca bir sağlık sektörünün “tokileştirilmesi” süreci de kabul edilemez. Bugün sağlık sektöründe “iyileştirmeler”den ibaret bir reform sürecine değil, bu zihniyeti tamamen yok eden bir devrime ihtiyacımız var. CHP olarak biz de böyle bir devrimi yapma kararlılığındayız. Amacımız sağlık sektörünü piyasaya değil insana hizmet eder bir hale getirmektir.
Bu duygu ve düşüncelerle, doktor bir anne – babanın evladı olarak, Tıp bayramı münasebetiyle zor şartlar altında bu mukaddes hizmeti vermekte olan tüm sağlık emekçilerine en içten saygılarımı sunuyorum. 14 Mart’ın yalnızca sorunların dile getirildiği bir gün değil, yüce mesleklerinde sevgi ve gönül bağıyla çalışan doktorlarımızın sorunlarının çözümü konusunda umutların arttığı bir bayram olarak kutlanması isteğiyle, doktorlarımız ile diğer sağlık personelimizin Tıp Bayramı’nı kutluyor, tüm halkımıza sağlıklı günler diliyorum.
Saygı, sevgi ve dostlukla,
Umut Oran

Print Friendly, PDF & Email