Satı Kadın 1890 yılında Ankara Kazan’da doğdu.
O zamanlar Ankara bugünkü Ankara Kalesi bölgesine sıkışmış küçük, dar, soğuk, kasvetli bir kasaba. Kazan, bu kasabanın uzağında, küçücük, derme çatma bir köy. Yoksulluk diz boyu.
Babası Kazan’ın muhtarı.
Osmanlı tahtında II. Abdülhamid oturuyor. 93 Harbi (1877 – 78 Osmanlı Rus Savaşı) yeni bitmiş. Gazi Osman Paşa’nın meşhur Plevne savunmasının üstünden sadece 13 yıl geçmiş. Ayestefanos’un gölgesi koca bir kartal gibi memleketin üstünde yükseliyor. Kars düşmüş. Erzurum vurgun yemiş. Aziziye Tabyaları’ndaki Ruslar, Nene Hatun’un elde bayrak yaptığı savaşla boşaltılalı henüz bir kaç yıl olmuş.
Ülke kavruluyor. Her yerde değişim, dönüşüm sedaları. Tanzimat, yeni düzen, yeni hayat.. İkinci meşruiyet. Yeni Anayasa’nın kabulü. 1908 devrimi. Aynı yıl Fatma Aliye “Cemiyet-i İmdadiye”yi kurdu. Zor durumdaki kadınlara yardım etmek için.
Oysa bütün kadınlar zaten zor durumda. İmparatorluğun başkenti ve en “medeni” yeri İstanbul’da bile bağnazlık hakim. Taassup, en ağır şekilde kendini göstermiş. Falih Rıfkı Atay o günleri şöyle anlatıyor:
“İstanbul’da kadınların ırzından yalnız kocaları, ana babaları sorumlu değil. Bütün mahalle halkı aile hayatını kontrol eder. Bir eve bir kadının misafir olduğu haberi duyuldu mu, imam, bekçi ve belli başlı mahalle eşrafı gider, o evi basar. Çatı arasına ve kümese kadar aramadığı yer bırakmaz.”
Sokakta herkes kadın kıyafetine karışmak hakkını kendinde görür.
Yüzler, eller, kollar ve bacaklar iyice kapanmalı, çarşaflar vücut biçimini hiç sezdirmemeli, peçeler bir süs değil, tam bir örtü olmalı.
Kadın erkekle bir arabaya binemezdi. Vapurlarda, tramvaylarda, muhallebici dükkânlarında kadın yerleri perde veya kafesle erkek yerlerinden ayrılmıştı. Mesirelere kadar her yerde harem kısmı vardı.
1908 Meşrutiyetinden sonra dahi meselâ kız mekteplerinde edebiyat hocası harem ağası.
Türkçe oynayan tiyatrolarda kadın rolü erkeklerde..
Orta oyununda kadın ‘’zenne’’dir: Yani kadın rolünde yaşmaklı bir erkek!
Hamdullah Suphi Türkocaklarında Türk kadınını piyano konserleri veya konferans vermek üzere sahneye çıkardığı zaman, bu, zamanın büyük hâdiseleri arasına geçmişti.”
Kadının değil Kaymakam, Vali, Sadrazam, Mebus olması, doktor olması, öğretmen olması bile hayal.
1912 yılında Türk Ocağı’nda “kadınlı erkekli” ilk toplantı düzenlendi. Oysa Kadın’ın toplumdaki yeri, Nazım Hikmet’in dediği gibi:
“kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar
bizim kadınlarımız”
6 çocuğu var. Kocası Sakarya’da gazi oldu. Bir başına, Kazan köyünde yaşıyor. Babası muhtar.
Savaş bitmiş. Ülke kurtulmuş. Devrimler tüm hızıyla sürüyor.  Yine de kadın toplumda hak ettiği yeri almış değil. Cumhuriyet ilan edildiği zaman 6 yaş üstü kadınlarda okuma yazma oranı binde 4.
1923, Nazire Sedat “Balo Kaçakları” müzikalinde sahneye çıktı. Bedia Muhavvit ve Neyyire Nezir, Halide Edip Adıvar’ın “Ateşten Gömlek” adlı eseriyle ilk kez beyazperdede gözüktüler.
1924 Nezihe Muhittin “Türk Kadınlar Birliği”ni kurdu. Tevhid-i Tedrisat kabul edildi. Kız çocuklarıyla erkek çocukları birlikte eğitim görme şansını elde etti. İlk kadın dişçi diplmasını aldı. Kadının seçme ve seçilme hakkı hala yok.
1925, kıyafet kanunu çıktı. Fes ve peçe yasaklandı.
1926, Medeni Kanun kabul edildi. Kadınlar ve erkekler, eşit birer vatandaş olarak, eşit haklara sahip oldular. Memurin Muhakematı Kanunu’nun 6. maddesi değişti. Kadınlar da memur olma hakkına sahip oldular.
1933, Köy kanunu’nda yapılan değişiklikle kadınlara köylerde muhtar olma hakkı verildi.
İlk kadın Muhtar işte Kazan’ın köyünde yaşayan, 6 çocuklu Satı Kadın oldu.
Yıl 1934, Satı Kadın ile Mustafa Kemal Atatürk’ün yolları kesişti.
Ankara’da yakıcı bir yaz günü idi. Atatürk beraberinde arkadaşları ve yaverleri olduğu halde Kızılcahamam’a giderken kazan köyü yakınlarında durdu ve otomobilinden indi. Köylüler Atatürk’e doğru koştular. Kimi su seyirtti kimi ayran bunlardan biri güğümünden aktardığı soğuk ayranı Ata’ya uzattı:
– Bir soğuk ayran içer misiniz dedi.
Bu çorak iklimin kavurduğu yüzünde bronzlaşmış Türk kadının en bariz ifadelerini taşıyan bir Türk Anası idi. Böğrüne sıkıştırdığı kundağı biraz daha bastırdıktan sonra sağ elindeki ayran bardağını uzattı bekledi. Atatürk ayranı içtikten sonra:
– Senin kocan kim? diye sordu
Satı Kadın kocasının Sakarya harbinde boğazından yaralanmış bir gazi olduğunu söyledi. Ata bir soru daha sordu:
– Ne zaman doğdun?
– 1919’da Atatürk Samsun’a çıktığı zaman doğdum.
Mustafa Kemal bir an düşündü. Kadının bu ifadesine göre 15 yaşında olması lazım gelirdi, durumu kavradı, güzelce tebessüm ederek:
– Nasıl olur
diye sordu.
Satı Kadın nüktedan bir şekilde ve memleketin işgal altında geçirdiği acı yılları ima ederek cevabı verdi:
– Evet Paşam ondan evvel yaşamıyordum ki!
Tam 6 çocuklu Satı Kadın söze devam etti:
-Babam Kara Mehmet’lerden. Kazan’ın muhtarlık mühürü bana ondan miras kaldı. Sizi görmek fırsatını bize bahşettiğiniz için bahtiyarlık duyuyoruz Paşam.
-Peki kadınların da erkekler gibi çalışıp çalışıp çeşitli mevkilere yükselmesi konusunda ne düşünüyorsun?
-Şüphesiz doğrudur. Ve kadınlarımız Cumhuriyet’in mefkuresi altında bunu başarmak azmine sahiptir. Biz kadınlar hedefe yürüyecek ve Cumhuriyet meşalesini her alanda taşıyacağız.
Mustafa Kemal bu yanıttan son derece memnun oldu.  Ayrılırken yaverine kadının ismini ve adresini not ettirdi.
Satı Kadın 1935 yılında Türkiye’nin ilk kadın milletvekili seçildi.
“Yeri soframızda öküzümüzden sonra gelen” ve tramvaylarda bile perdeler arasına gizlenmek zorunda kalan Türk Kadını, en sonunda, uzun mücadeleler ve badirelerden sonra eşit hak ve hürriyetlere sahip olarak yeniden yükseldi.
İşte Cumhuriyet düşüncesi, Cumhuriyet’in ideali budur.
Her bin kadından sadece 4’ünün okuma yazma bildiği bir ülkede eşit haklar, eşit imkanlar, eşit fırsatlar yaratma mücadelesidir.
Cumhuriyet okuma yazma bilmeyen, yıllarca bağnazlık içerisinde kalmış, elinde avucunda ne varsa savaşlarda kaybetmiş, türlü felaketle evlatlarını yitirmiş bir ülkede eşitliğin, özgürlüğün, adaletin rüyasıdır.
Cumhuriyet insanları ayırmaz, cins, din, siyasi inanç, mezhep ayrımı yapmaz. Cumhuriyet herkesin bu güzel ülkede onurlu, başı dik yaşaması mücadelesi anlamına gelir.
Cumhuriyet “kimsesizlerin kimsesidir” ve Atatürk’ün dediği gibi “fazilettir”
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü vesilesiyle ülkemizde bu büyük mücadeleyi veren, bu mücadelede ön saflarda yer alan, layik olduğu hakları talep eden Halide Edip Adıvar’ları, Fatma Zehra Hanımları, Ulviye Mevlan hanımefendiyi, Fatma Aliye’leri, Nezihe Muhiddin’leri, Naciye Hanım’ları ve nicelerini rahmetle, minnetle anıyorum.
Bugün Ortadoğu bölgesinde ve çevremizde kadınlar hala eşit birer yurttaş olmak için mücadele ederken, bu hakları 100 yıl önceden tanıyarak, cinsiyet ayrımcılığının yarattığı zincirleri kıran Büyük Atatürk ve arkadaşlarına da şükranlarımı sunuyorum.
Bizler bu mücadelenin bugünkü temsilcileri olarak, manzarayı yine de “yeterli” bulmuyoruz.
Bugün okuma yazma bilmeyen her 5 kişiden 4’ü kadınken, 2,5 milyon kadın okuma yazma bilmezken, kadına karşı şiddet astronomik oranlarda artmışken, kadının toplumdaki yeri her gün erozyona uğrarken biz tatmin olamayız.
Kadına karşı şiddetle, kadını okuldan uzak tutan cehalet tasmalarıyla ve kadın özgürlüğünün önündeki tüm engellerle mücadele etmek zorundayız.
Daha çok kadın vali, elçi, doktor, mühendis, milletvekili, belediye başkanı aynı zamanda daha çok özgürlük, daha güçlü bir demokrasi ve insan haklarının korunduğu bir ülke demek.
Önümüzde hala ulaşılması gereken hedefler ve büyük bir mücadele var.
Bu mücadelenin tüm parçalarına sonsuz sevgilerimi sunuyor, bütün kadınların Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyorum.
 
Saygı, sevgi ve dostlukla,
Umut Oran
 
 

Print Friendly, PDF & Email