Nazım Hikmet’in “Kuvay-i Milliye Destanı” birinci bap, Karayılan’ın Hikayesi şöyle başlar: 
“”ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde.
istanbul 918 teşrinlerinde,
izmir 919 mayısında
ve manisa, menemen, aydın, akhisar :
mayıs ortalarından
haziran ortalarına kadar
yani tütün kırma mevsimi,
yani, arpalar biçilip
buğdaya başlanırken
yuvarlandılar…
adana,
antep,
urfa,
maraş :
düşmüş
dövüşüyordu… ” 
Kendi şahsi hırsları ve ikbali için memleketi bir cihan harbine sürükleyenler,   1919’da kaçıp giderken, arkalarında yanmış, yakılmış, mahfolmuş bir memleket bıraktılar. Basiretsiz bir padişah, işgalcilerle işbirliği yapan hükümetler, bir başka ülkenin mandası olmayı içine sindirmiş ve bunu “kurtuluş” olarak gören “alimler”, yorgun ve bitap düşmüş fakir bir halk teker teker izliyordu İstanbul’un, İzmir’in yabancı ellere gidişini. 
Bizler ateşi ve ihaneti gördük.  Eskişehir’de, Urfa’da, Adana’da, Antep’te teker teker ayağa kalktık. Sütçü İmam’lar, Şahin Beyler haksızlığa ve işgale uğramış bir halkın onuru için savaşa tutuştular. Yenildiği zaman bile boyun eğmeyen bir ruhla bu millet boynuna geçirilmek istenen tasmaya karşı çıktı. 
Ulu Önder Atatürk ve silah arkadaşları, işte bu dağılmış, yanmış, yıkılmış evin içerisinde ayağa kalkan direniş ruhunun simgesi, önderi ve birer neferi oldular. 
Hafızalarımız belki kolay unutuyor, belki geçmiş artık çok uzak geliyor ancak açık gerçek gözlerimizin önünde durmaktadır, Cumhuriyet bu milletin kendi kaderini kendisinin çizeceğinin ilanıdır.  İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da bu milletin temiz çocuklarının kanlarıyla kazanılmış zaferleriyle, bu millet kendi kendini yönetme ve kendi geleceğinin hakimi olma iradesini de kazandı. 
Cumhuriyet bedavadan kazanılmadı. Cumhuriyeti kazanmak için bedel ödedik, bu Cumhuriyeti korumak için de her gün bedel ödemeye devam ettik. 
Şimdi baktığımız zaman, bu güzel Cumhuriyet bizlere onurlu bir yaşam kazandırdı. Milletler ailesinin gururlu bir ferdi olarak hayatımızı sürdürme şansına sahip olduk. Bu Cumhuriyet bize evler verdi, bize üniversiteler kazandırdı. Bir fabrikası olan ülkeyi fabrikalarla donattı,  çökmüş, yanmış bir memleketi imar etti, okullar, hastaneler verdi.  Şehirlerimizi büyüttü, yollar açtı, suyu toprakla buluşturdu, barajlar kurdu. Bu güzel cumhuriyet boşa akan derelerden önce elektrik çıkardı, sonra o elektriği köylerle buluşturdu, istihdam ve zenginlik yarattı. 
OECD verilerine göre 1923 yılında bu ülkenin nüfusu 13 milyon 877 bin kişiydi. Kişi başına düşen gelir sadece 712 dolar. 1938 yılına gelindiğinde nüfus 17 milyon 16 bin kişi oldu. Kişi başına düşen gelir %242’lik bir artışla 1724 dolara çıktı. İşte yokluğun ortasında varlık yaratan, bu fakir milleti bir zenginlik yolculuğuna çıkartan Cumhuriyet budur. Atatürk’ün deyişiyle “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir.” Cumhuriyet fazilettir. 
Değerli Dostlarım,
 Büyük Atatürk manevi kızı Sayın Afet İnan’a verdiği bir mülakatta “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir” görüşünü ortaya koymuştur. Çünkü Cumhuriyet milletin kendi kaderine egemen olduğu rejimdir. Bunun için özgürlük gerekir, demokrasi gerekir, hesap veren bir hükümet gerekir. 
Cumhuriyet büyük idealler kurdu.   Kadın ve erkek eşitliği, laik devlet sistemi, fikri  hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek, çağdaş bir eğitim sistemi, çağdaş bir yaşam şekli, çağdaş medeniyetlerin dahi üstüne çıkma iradesi bizim cumhuriyetimizin ve milletimizin iradesidir. 
Biz bu ülküden asla vazgeçemeyiz. Bu cumhuriyetin eksikleri vardır ama bu eksiklikleri gidermek de ancak daha güçlü bir Cumhuriyet daha iyi işleyen bir demokrasi ve cumhuriyet ideallerinin daha güçlü bir şekilde yaşanması ile mümkün olur. 
Bugün Cumhuriyetle kavga edenler esasında insan eşitliğine düşmandır. Onların kavgası kadın erkek eşitliğiyle, özgür ve çağdaş yaşamla, fikir özgürlüğüyle, basın özgürlüğüyle, din ve vicdan özgürlüğüyle, laik demokratik sosyal hukuk devleti ile. 
Yıllarca takiyye yaparak, karanlıklarda çalışarak, insan özgürlüğüne dayanan bu güzel rejim ile kavga edenler, iktidara ulaşır ulaşmaz bütün bu özgürlükleri bir bir elimizden almanın yollarını aradılar. Tarih, halkın Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamasını yasaklayanları, buna dahi tahammül gösteremeyecek kadar kibirle dolanları da yazacak. 
Bizler de bu Cumhuriyete aşık insanlar olarak, özgürlüğü, eşitliği ve adaleti savunmaya devam edeceğiz. Bize laikliği, ulusal bütünlüğü, uniter devleti ve özgürlüğümüzü veren bu güzel Cumhuriyet için her yerde ve her zaman mücadele etmek birinci görevimizdir. 
Ben de bu mücadelenin bir neferi olarak, 29 Ekim günü saat 10.30’da Ulus meydanında olacak, bu ülkenin aydınlık geleceği için onurlu bir direniş gösteren halkımızla birlikte olacağım.  Orada hep birlikte sorumluluğumuzu yerine getireceğiz.
Bu duygu ve düşüncelerle başta Ulu Önder Atatürk olmak üzere bize Cumhuriyet’i armağan eden bütün kahramanlarımızı rahmet ve şükranla anıyor, onların aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Hepinizin bayramını kutluyor, hepinize gelecekte mutlu, adaletin hakim olduğu, özgürlüğün korunduğu güzel Cumhuriyet Bayramları diliyorum. 
Saygı ve sevgilerimle, 
Umut Oran

Print Friendly, PDF & Email