Değerli Dostlarım,

Bu 19 Mayıs’ta Türkiye sizden özgürlüğe sahip çıkmanızı bekliyor. Çok uzun zamandır, özgürlüğün, demokrasinin, adaletin adını anarak, içlerinin boşaltıldığını gördük. Çok uzun zamandır, bu ülkenin üstüne kurulduğu bütün değerlerimiz yaygın, sürekli bir baskı ve saldırı altında. Bu ülkenin laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olduğu anayasada yazıyor ancak bu ilkeler hayatta gözükmüyor. Özgürlüğün olduğunu söyleyip, “korktuğunu bile söylemeyecek kadar korkan” insanların sessizliğine şahit oluyoruz. Bu sessizliği artık bozmamız lazım.

1919 yılının Mayıs ayını tekrar hatırlayalım, o tarihi daha iyi anlayalım.

Ülke işgal edilmiş. İzmir’e Yunan birlikleri girmiş. İstanbul düşman ordusunun kontrolü altında. İktidar, bütünüyle teslim olmuş, memleketin her yanında, milyonlarca vatandaşımız kaybedilmiş bir bağımsızlığın acısını yaşıyor. Nazım Hikmet, şöyle tarif ediyor:

Ateşi ve ihaneti gördük,

ve yanan gözlerimizle durduk

bu dünyanın üzerinde.

İstanbul 918 Teşrinlerinde,

İzmir 919 Mayısında

ve Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar :

Mayıs ortalarından

Haziran ortalarına kadar yani

tütün kırma mevsimi,

yani, arpalar biçilip

buğdaya başlanırken

yuvarlandılar…

Adana,

Antep,

Urfa,

Maraş :

düşmüş dövüşüyordu…”

O tarihte, büyük Atatürk ruhunda bu durumun yarattığı acıyı yaşıyor. Bütün kalelerine girilmiş, bütün tersaneleri zaptedilmiş, bütün orduları dağıtılmış bir ülkenin içerisinde, bu zorbalığa, bu adaletsizliğe isyan ediyor.

Samsun’a çıkma kararının alındığı o günü, Atatürk’ün ağzından bir kere daha hatırlayalım:

““…….içimde çok dikkatle gizlediğim bir sırrı vakti gelmedikçe kimseye söylemedim. Böyle bir karar vermemişim gibi, herhangi temaslara devam ettim. Bir gün sırdaşlarımdan biri olan İsmet Bey’i (İnönü) davet ettim. Şişli’deki evimde beni yalnız bulan İsmet bey “ “yine ne var ?” dedi.

Ben de “Ne haber ? dedim.

Tahmin edeceğin gibi…”

Şuradan bana bir Türkiye haritası bulup, masaya açar mısın? Üzerinde konuşacağım.”

İsmet Bey haritayı bulup açtı. Fazla olarak, daima cebinde taşıdığı pergeli de çıkardı. Şaka yaptım:

Henüz pergellik bir şey yok. Biraz pergelsiz görüşelim.”

Ne yapacaksın ?” diye sordu.

Mesela,” dedim, hiçbir sıfat ve salahiyet (yetki) sahibi olmaksızın Anadolu’ya geçmek ve orada milleti uyandıracak kurtulma çarelerini aramak için en müsait mıntaka ve beni o mıntakaya götürecek olan kolay yol hangisi olabilir?”

Yüzüme baktı, tekrar neşeli ve ümitli, güldü

Karar verdin mi?” dedi

Şimdilik bundan bahsetmeyelim. Bana memleketi, milleti ve orduyu anlayıp bilen, vaziyeti yakinen gören, tehlikede şüphesi olmayan bir arkadaş gibi cevap ver!.”

İsmet Bey masanın kenarındaki iskemleye ilişti ve derin derin düşünmeye başladı. O sırada ben, salonun içinde dolaşıyordum. Bana sesleninceye kadar gezindim. Birdenbire ayağa kalktı, gülerek, “Yollar çok, mıntakalar çok!” dedi.

Bazı ziyaretçilerin geldiklerini haber verdiler. Haritayı kapamaya vakit kalmadan içeri giren bu tanıdıklarla başka bahislere daldık. Bir hayli müddet sonra, yine İsmet Beyle yalnız kaldık.

Ne yapacağını bana ne vakit söyleyeceksin?”

Zamanında..” dedim.

Bu dakikada siz ne düşünürsünüz ki, verilmiş bir kararım varken, onu niçin hemen tatbik etmiyorum. Ben de hemen söyleyeyim ki, ağır ve kesin bir kararın doğruluğuna inanmak için vaziyeti her köşesinden mütalaa (değerlendirmek) etmek lazımdır. Ağır ve kesin bir karar tatbik edilmeye başlandıktan sonra ; “Keşke şu tarafını, bu tarafını da düşünseydim, belki bir çıkar yol bulurduk. Yeniden bunca dökülmeye, bunca can yakmaya ihtiyaç kalmazdı!” gibi tereddütlere yer kalmamalıdır. Böyle bir tereddüt, karar sahibinin vicdanında kanayan bir nokta olur ve onu, yaptığının doğruluğundan şüpheye düşürür. Bundan başka, beraber çalışacak olanlar, yapılandan başka bir şey yapmak ihtimali kalmadığına inanmalıydılar. İşte benim mütareke sırasında dört beş ay İstanbul’da kalışım, sırf bunun içindir. Bu geçirdiğim zamanın bir kısmını da hazırlıklara ayırdım. Tahmin edersiniz ki fikir hazırlıkları, seferberlikte asker toplamak için olduğu gibi, davul zurna ile temin edilmez. Fikir hazırlıklarında tevazu ile çalışmak, karşıdakilere samimi bir kanaat ilham etmek lazımdır.”

İşte bu büyük karar böyle şartlar altında alınmıştır. Atatürk özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini vermek, bu büyük ateşi yakmak için Anadolu’ya çıktı. Bu ateş sadece bir mıntıkada, bir bölgede kalmadı, bu ateş Antep’in çetin yollarından, Maraş’ın sokaklarına, İzmir’in caddelerinden, Dumlupınar’a kadar her yere sıçradı. Bu millet, özgürlük ve bağımsızlık için büyük bedeller ödedi, ödüyor ve ödemekten asla vazgeçmeyecek.

19 Mayıs bu yüzden kıymetlidir, bu yüzden dünya tarihine girmiştir. Çünkü 19 Mayıs mazlum ve masum bir milletin, zalimlere, zorbalara attığı en büyük tokattır.

Şimdi biz bu büyük mirasın sahibi olarak, bu büyük tarihe sırtımızı dönemeyiz. Bu ülke özgür, mutlu, adil yaşamak zorunda. Türkiye, düşman kuvvetlerinin elinden, başka bir takım adamlar başa geçsin de tüm millete fırça çeksin, zorbalık etsin diye kurtulmadı.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz böyle bir tarihten geliyoruz. Bizim harcımızda, işgalcilere, baskıcılara, özgürlüğü boğmaya çalışanlara karşı mücadele var. Bugün de bu mücadeleye daha da büyük bir aşkla devam edeceğiz.

Genç arkadaşlarım,

Kaderiniz sizin elinizde. Daha adil, daha özgür bir ülkede, başınız dik yaşamak, daha iyi iş olanaklarına ve daha iyi bir hayata sahip olmak istiyorsanız bugün mücadele etmeniz lazım.

Eğer özgürlük yoksa, eğer demokrasi yoksa, eğer adalet yoksa, zenginlik de yok, huzur da yok.

Bugün basın özgürlüğü yoksa, yarın kimse yaptıkları sebebiyle bir hükümetten hesap soramaz, eğer bugün toplantı ve gösteri hakkı yoksa, yarın haksızlığa uğradığınızda kimse sokağa çıkamaz, eğer adil yargılanma yoksa sizin de haklarınız mahkemede gasp edilecek demektir.

O yüzden bugün mücadele etmemiz gerekiyor. 19 Mayıs’a sahip çıkmamız, 19 Mayıs ruhuyla hayata bakmamız ve her birimiz daha iyi yaşasın diye gerekeni yapmamız gerekiyor.

Susarsak, unutursak, kanıksarsak, neme lazım dersek, “bana mı kalmış” diye düşünürsek, “ben mi kurtaracağım” diye umutsuzluğa kendimizi kaptırırsak yeniliriz. Dünyada kanepede oturarak kazanılmış tek bir hak, tek bir başarı, tek bir özgürlük gösterin, bulamazsınız. Bütün mücadeleler çalışarak, ter dökerek, emekle kazanılır.

Evet siz kurtaracaksınız. Evet siz yapacaksınız. Evet bu iş, bu çağda size kaldı. Evet dünyayı siz değiştireceksiniz. Siz değiştirmek zorundasınız.

Biliyorum ki burada bu mücadelenin içerisinde olan, bu kavgayı veren arkadaşlarımız var. Onlara şükranlarımı sunuyorum. Bu mücadeleye yeni katılacak arkadaşlara da hoş geldiniz diyorum. Sizinle artık daha güçlüyüz.

Herkes şunu bilsin, “Türk istiklal ve Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdaafa etme” görevimizi asla bırakmayacağız. Bu uğurda yapılması gereken her şeyi yapacak ve bu kararlılığımızı asla kaybetmeyeceğiz.

Bu duygu ve düşüncelerle, Türkiye’ye özgürlüğü ve bağımsızlığı getiren, büyük kahraman Atatürk ve silah arkadaşlarını şükranla anıyor, adil, özgür ve başı dik bir ülkede yaşamak için memleketin her yanında şehit düşen kahraman Mehmetçik’in hatırası önünde eğiliyor, hepinizin Bayramını sevgiyle kutluyorum.

Sevgi ve saygılarımla,
Umut Oran

Print Friendly, PDF & Email