İlerleyen günlerde Kıbrıs’ta siyasetin yeniden ısınması bekleniyor. Türk hükümetinin adaya dair bazı siyasi manevralarda bulunması bekleniliyor. Hükümetin Kürt meselesi ve Ermeni meselesinden sonra bu konuda da girişimde bulunması bekleniyor. BM Genel Sekreteri’nin son özel temsilcisi Alexander Downer, görüşme sürecinin başlangıcında yaptığı açıklamada bu görüşmelerin artık son şans olduğunu, eğer 2009 sonuna kadar çözüm bulunmazsa adanın kalıcı olarak ikiye bölüneceğini açıklamıştı. İşte bu süreçte Kuzey Kıbrıs siyasetinin güncel bir fotoğrafını çekmek amacıyla geçtiğimiz günlerde adaya bir ziyaret gerçekleştirdim.
Öncelikli birkaç gözlemi aktarmam gerekiyor. Din olgusu Türkiye’deki hükümetin sponsorluğunda Kıbrıs siyasetinde ve adanın gündelik hayatında geçmişe kıyasla daha fazla yer alıyor. Türk siyasi partileri adadaki siyasi süreci ciddi şekilde takip etmiyor. Kıbrıs sorununa çözüm bulmak için yapılan çalışmalarda, hazırlanan planlarda sorunun ekonomik ayağı ısrarla ihmal ediliyor. Oysa, Kürt açılımında da bir kez daha gördük ki, ekonomik ayağı eksik olan siyasal girişimler sürdürülebilir nitelik kazanamıyor.
Ekomide sonbahar dönemi
Bu kapsamda öncelikle, Kıbrıs’ın güncel ekonomik sorunlarının altını çizmek gerekiyor. Resmi kaynaklara göre Kuzey Kıbrıs’ta 2008 sonunda kişi başı gelir 12 bin doların üzerindeydi. Milli gelir son 5 yılda 4  kat  artarak 3.5  milyar dolar  bir  büyüklüğe  ulaşmıştı. Resmi nüfusu 264 bin olan adada toplam cep telefonu sayısı 450  bin düzeyinde. 1000 kişiye 700 araç düşüyor. Bu ABD’den yüksek bir  oran. Ancak bu gelir adada adil bir şekilde dağılmış değil. Batıdaki Sadrazamköy AB standartlarına yakın bir gelir düzeyindeyken Güneydeki Akıncılar köyünde kişi başı düşen gelir bin 500 dolar seviyesinde.
Öte yandan yüksek gelir düzeyi kriz nedeniyle hızla eriyor. Yabancıya konut satışları durmuş durumda, yeni turizm girişi yok, adadaki 6 özel üniversite yeni öğrenci kayıtlarında memnun değil. Bazı işletmelerde iflaslar yaşanıyor. Adanın en popüler AVM’lerinden biri küçülerek tasfiye kararı aldı.
Mallar İran’a gümrüksüz gidiyor, Türkiye 3. ülke muamelesi yapıyor
Türkiye’nin KKTC ile ekonomik ilişkileri büyük çelişkiler gösteriyor. Hükümet balık vermek yerine balık tutmayı öğreteceğiz dedi ancak tam tersine verdiği balık sayısını artırırken, balık tutmak konusunda hiçbir şey öğretmedi. Türkiye yaptığı dış yardımı 2009’da neredeyse  3   katına  çıkararak 600 milyon dolar yaptı. AB  çekincesi nedeniyle buna yardım değil ‘kredi’  adını  veriyor.
Diğer taraftan AB  müktesebatı gerekçe gösterilerek dış ticarette KKTC’ye 3. ülke işlemi  uygulanıyor. Örneğin, Lefkara işi bir masa   örtüsü   PTT  ile   Türkiye’ye  yollanamıyor . Yine Türkiye ile KKTC  arasında  bir  Gümrük  Birliği Anlaşması  imzalamasına rağmen AB’yi  rahatsız etmemek için bu anlaşmayı TBMM’den  geçirmiyor. Sonuçta adanın  ürettiği  bir  patates dahi Türkiye’ye gümrüksüz ihraç edilmiyor ama İran ve Ukrayna’ya gümrüksüz gönderiliyor.
Bir başka gariplik de yabancı şirketlerin tutumunda gözleniyor. Yabancı ülkeler KKTC ile  tanınmayan ülke statüsünde olması nedeniyle  diplomatik ilişki kurmuyor. Ancak bütün bu ülkelerin dev şirketleri ürünlerini satmak amacıyla KKTC’de temsilcilikler veriyor.
Kıbrıs’ta din açılımı
Uzun yıllardır adaya gidip gelen bir kişi olarak, toplumsal alanda en dikkatimi çeken konulardan biri cami sayısındaki çok hızlı artış oldu. Birçok köyde yeni yapılmış ya da inşaati devam eden camiler var. Son rakamlara göre adada 180’den fazla cami var. 9 adetinin inşaatı devam ediyor. Ayrıca 7 yeni caminin daha inşa edilmesi planlanıyor. Elbette vatandaşların dini ihtiyaçlarının karşılanması için yeterli ibadet yerleri, camiler olmalıdır. Yetersizse yenileri inşa edilmelidir. Ancak görüştüğüm Kıbrıslı Türkler, hali hazırda yeterli ibadet yerlerinin olduğunu belirtiyorlar. Bu artışta Türkiye’deki AKP hükümetinin telkinlerinin büyük rol oynadığı ifade ediliyor.
Yine bu kapsamda geçtiğimiz dönemde iktidar partisi UBP hükümetinin, orta   öğretimde   “Cami  İmamlarıyla   Kuran   Dersi” uygulamasını zorunlu hale getirmesi ancak öğretmen  camiasının bu uygulamaya muhalefeti sonucu askıya alınması dikkat çekiyor. UBP’nin bu konuyu AKP’ye şirin görünmek amacıyla gündeme getirdiği ifade ediliyor. Adada dinin siyasette artan yerine örnek olarak Türkiye’de etkin bir cemaat grubunun adadaki bir üniversiteyi satın alması gösteriliyor.
Bütün bu gelişmelerin gelecek günlerde adanın iç siyasetinde bir başka gerilim noktası olmasında endişe ediliyor.
Talat’a eleştiriler yoğunlaşıyor
Mevcut devam eden görüşmeler çerçevesinde adanın iç siyasetine bakıldığında muhalefet noktalarının arttığı ve yoğunlaştığı gözleniyor. Örneğin, Talat’ın ortaya koyduğu son planın Annan Planı’ndan daha geri bir pozisyon olduğu kaydediliyor. Kıbrıs’ta tek egemenlik formülünün işlemeyeceği, iki halkın içiçe yaşamasının pratik anlamda pek mümkün olmadığı, çözümün yan yana yaşamak ekseninde formüle edilmesi gerektiği belirtiliyor. Yine KKTC‘nin  akil  adamlarından  oluşan  Beşparmak  Grubu’nun endişeli olduğu görülüyor. Bu grup, tek  egemenlik ve Türk ve Rum halklarının ortak seçim listesiyle Kıbrıs  Türk halkının egemenlik hakkına tecavüz edildiği inancında. Yapılan bazı çalışmalar da bu endişeleri güçlendiriyor. Yapılan bazı araştırmalar, Kıbrıs Türk halkının 2004 yılında yüzde 65 oy oranı ile onayladığı Annan Planı’na bugün referendum yapılsa yüzde 40’ın altında evet oyu vereceğini işaret ediyor. İktidar partisine yönelik eleştiriler de gündeme geliyor. Özellikle partinin lider kadrosunun yakın sevresine iltimas geçtiğine dair spekülasyonlar yapılıyor.
Türk siyasetçiler Kıbrıs’ı uzaktan izliyor
Bu noktada Türk siyasetinin de pratik olarak Kıbrıs siyasetinin yakından takip etmediği görülüyor. Bugün büyük partilerin KKTC’de bir temsilciliğinin bulunmaması durumu ortaya koyuyor. Bu nedenle, Türkiye’deki siyasi partiler adadaki siyasi gelişmeleri takip etmekte yetersiz kalıyor, Kıbrıs Türk halkının taleplerini, eleştirilerilerini bazen kavramakta zorlanıyor.
Yukarıda aktarmaya çalıştığım bütün gelişmeler ve BM’in özel temsilcisi Alexander Downer’ın işaret ettiği tarih olan 2009 sonuna az bir süre kalması adada kısa vadede çözüm umutlarını baltalıyor. Umarım her durumda mevcut ilerleyen görüşmeler Downer’ın belirttiği gibi çözüm için son şans olmaz ve adada kalıcı bir barış yakalanabilir.
Sonuç olarak, bazı karar vericilerin söylemleri gibi ne “en iyi çözüm çözümsüzlüktür” doğru bir yaklaşım; ne de çözüm adına hertürlü açılımı mübah sayan anlayış doğrudur. Olması gereken, hem adada yaşayan Kıbrıslı Türklerin çıkarlarını hem de Türkiye’nin bölgedeki jeo-politik ve jeo-stratejik pozisyonunu riske atmadan ve Akdeniz’i Egeleştirmeden en ideal çözümü sonuna kadar aramak ve sonuçlandırmaktır
Umut Oran
İş İnsanı / CHP Üyesi

Print Friendly, PDF & Email