İhtilaf Yönetimi Uzmanı TANZER GEZER, yazdı
KANALD Haber Detay
Orgeneral Başbuğ’un konuşmasının hemen ardından, “çok mülayim konuştu” şeklinde yapılan tespitlere katılmam mümkün olmadı. Zaten sunum sindirildikten sonra farklı nidalar gelmeye başladı. İhtilaflı durum buram buram kokuyordu. Duyduğum en sert konuşmaydı diyebilirim.
“Toplumla asker arasındaki güveni sarsmaya yönelik sistematik faaliyetler var”, “Asker din ve demokrasi karşıtı değildir” diyen Başbuğ, “Türk Silahlı Kuvvetleri sosyal, ekonomik ve siyasal yapının toplumda yarattığı güven arayışına cevap vermektedir” diye de bir soruna işaret etti.
Özetle, asker, her şeyin farkındayım, demokrasinin tehdidi değil bekçisiyim, bilirkişiyim, tavsiyede bulunur ve bunların sağduyu ile dinlenmesini beklerim, olumsuz sonuçlara zemin hazırlamayın, hazırlarsanız bunun sonuçlarından siz sorumlu olursunuz dedi.

İhtilafı iyi ve tarafsız yönetmek adına önce asker gözlüğü takıp, günümüz Türkiye’sine bir baktım.
Siyasi partiler muhalefette yetersiz, siyaset söylemler üzerine kurulu, görüş bildiren sivil toplum mensupları, akademisyenler, yurttaşlar, medya mensupları gözaltına alınıyor ve bu yapılırken hukukun usulleri çiğneniyor, Cumhuriyet ilkeleri ile ilgili aleyhinde yargı kararı mevcut bir parti hükümet ediyor ve yanlı hukuka canı istemediği zaman ses çıkartmıyor, yargının bağımsızlığı her kesimde tartışılıyor, oy satın almalar mevcut, çocukların okula kavuşmaları için babalara para ödemenin dışında sosyal politikalar üretilemiyor, sosyal politika eksikliğini sivil toplum yamamaya çalışıyor ve/fakat gözaltına alınıyor, kapasitesi yetersiz, sosyal devlet kavramı yandaşlara peşkeş çekiliyor, diğerleri sistematik şekilde yabancılaştırılıyor, hükümranlık adına değerlerin toplumu kutuplaştırmasına izin veriliyor, yargının elindeki terazi bazen dengede değil ve gözlerinin bağı tarafsızlık adına değil görmezden gelmek adına bağlı olabiliyor, Cumhuriyet’in; demokrasi, laiklik, sosyal devlet ve hukukun üstünlüğü ilkeleri en azından toplumun daha geniş kesimi tarafından sarsılmış olarak nitelendiriliyor ve asker de bu yönde beyanda bulunuyor.
Bu noktada demokrasimizle ne yapmak istediğimize karar vermek zorundayız diye düşündüm. Malum, toplumlar hak ettikleri şekilde yönetilirler.
Asker gözlüğünü çıkardığımda vardığım sonuç şu oldu ve kendime hayret ettim. Biz neye rağmen ve neyimize güvenerek askerin demokrasiyi izlemesine, hizalama tavsiyelerine karşı duruyoruz. Ortada doya doya yaşadığımız, tadına varabildiğimiz bir demokratik ortam mı var. Bu kadar demokrasi bana yetmez. Asker gelmesin de batarsak da batalım deme keyfiyetini de kendimizde göremeyiz. Bu, darbelere karşı olmadığımız anlamına gelmemeli ancak, bunu fırsat bilenlerin istedikleri gibi top koşturmalarına izin verecek kadar da kör idealist olmamalıyız. Darbeye karşıyız derken, hukukun üstünlüğüne ve laikliğe asker dışı tehditleri nasıl bertaraf edeceğimizi bilmeli ve bundan çok emin olmalıyız. Toplumda ve siyasette değişim artık kaçınılmaz. Başbuğ da buna işaret etti; Oto kontrol mekanizmaları mutlaka işletilmeli, askerin konuşmasına haklı zemin (!) yaratılmamalı, darbelerin sorumlusu tek başına asker olamaz.
Doğrudur, toplum HİZMET GÖREVİNİ AKP’ye verdi. Ancak, bu toplumun yarıdan fazlası, hizmet görecek olanın sınırlar içerisinde görev yapmasının, hizada durmasının temini görevini de diğer siyasi aktörlere verdi. Bunlar kim; CHP, MHP ve DTP. Meclisteki partiler.
Ne iktidar ne muhalefet görevini iyi yapmadı ki Başbuğ öğretici konuştu. Siyasilere duymadığı güveni, yurttaşların TSK’ne yönelttiğini bildirdi. Açıkçası derdinin durup dururken demokrasiyi yıkayım, biraz da ben hüküm süreyim zihniyetinde olduğunu hiç sanmıyorum. Herkesi, sağduyuya, akıllı olmaya ve göreve çağırdığını duydum. Demokrasiye, geri dönülemez noktanın dibine kadar fırsat tanınacağı bariz.
Durumu, iktidar-muhalefet olarak ayırmaksızın milletvekilleri ile konuşmanın bir anlamı yok. Kendilerini beğendiklerinden ve uzlaşmaz beyanlarda bulunacaklarından eminim. Bu nedenle, siyasi erk açısından olaya bakmak üzere CHP’de aktif çalışan Umut Oran ile görüştüm, ricamı kırmadı Başbuğ’un konuşmasını birlikte irdeledik.
Umut Oran, CHP kurultayında genel başkanlığa aday olmuş, CHP’nin sahada başarısı için gönülden çalışan bir siyasetçi. Kişisel kazanımlar peşinde olmadığını, Deniz Baykal’a karşı genel başkan adayı olmasına rağmen kurultay sonrasında, “zaman, parti içi muhalefet yapmak değil, yerel seçimlerde başarılı olmak zamanı” düsturuyla hareket etmiş ve 11 ayda 50 il gezerek il teşkilatlarına kampanya yürütme, anket çalışması yapma modellerini tanıtmış, yerelin demografik özelliklerini; üniversite, yerel yönetim, yerel otorite, sivil toplum ve ticaret erbapları ile görüşerek analiz etmiş, teşkilatını bunlardan haberdar etmiş, dinamik, genç ve istekli bir siyasetçi. Şimdi artık şahsen yeterli bulmadığı yerel seçim sonuçlarını parti yönetiminin nasıl değerlendireceğini beklemek, genel seçimlere doğru nasıl bir eylem planı belirlenecek onu görmek ve ona göre davranmak istiyor. Genel başkanlık iddiasını sürdürüyor ve bunun parti içi demokrasi adına gerekli olduğunu düşünüyor ama ülkesinin menfaatleri neyi gerektiriyorsa ona göre yol alacak.
Ülke ödevinde yalnız da değil. Yeni Akıl Platformu arkasında. Yeni Akıl, sosyal demokratları genel seçimlerde iktidar olarak görmek istiyor. Başarılması için yeni siyaset, akılcı siyaset yöntemlerini araştırıyor; siyasette çözüm ve yeni bir siyaset kültürü geliştirmeye çalışıyor.
Umut Oran, 2011 genel seçimleri kapıdayken dünyadaki küresel krizi, neo-liberal politikaların ve kapitalizmin yeniden sorgulanmasını, devlet tanımının yeniden yapılmasını çok yakından takip ediyor. AKP’nin de bir anlamda kapitalist politikanın ürünü olduğunu ifade ediyor ve yürütülen “ne istersem yaparım, ben en iyiyi bilirim, benim dediğim doğrudur, ezer geçerim, ya sev ya terk et, ya benlesin ya yok ol mantığının” aslında sosyal demokratlar açısından bir fırsat olduğunu vurguluyor. Söylem siyasetinden çok eylem siyasetinin yaratılması konusunda çok niyetli.

Hem siyasetin içinde hem de tarafsız görüş alabileceğim bir iş adamı aynı zamanda. Yıllarca sivil toplum gönüllüsü olarak hizmet vermiş, demokrasinin her platformunda aktif rol oynamış. İdealist ama saf değil.
Sivil liderler ile askeri liderler arasındaki ihtilaf nasıl çözülür?
Başbuğ’a göre TSK’nin varlığı; ast üst arasındaki, sivil ve askeri liderler arasındaki ve toplumla arasındaki güven ilişkisinin sağlamlığına bağlı.
Bu güven ilişkilerinin bozulması, sarsılması durumunda TSK’nın görev yapamaz hale gelmesi söz konusu.
Güven kelimesi; korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu anlamında.

Başbuğ, toplumun TSK’ne olan güveninin tam olduğu inancında. Bu inancın da kamuoyu yoklamalarıyla sabit olduğundan ve ulusun TSK’ne güven duyması için iki çok önemli nedenin varlığından bahsetti.
İlki; TSK, riskler ve fırsatlarla dolu jeopolitik ortamda güvenliği sağlamaktadır, yani asli görevini yerine getirmekte başarılıdır. İkincisi; TSK sosyal, ekonomik ve siyasal yapının toplumda yarattığı güven arayışına cevap vermektedir dedi. Başbuğ’un toplumla asker arasındaki güven ilişkisini tarif edişi böyle oldu.

Acaba burada CHP’ye de bir mesaj yok mu? CHP de sosyal, ekonomik ve siyasal yapının bir parçası. Başbuğ’un bu anlatımından CHP’ye Umut Oran nasıl bir pay çıkartıyor? Acaba toplum CHP’nin muhalefet edişine karşı da güvensizlik mi duyuyor ki alternatif muhalefet mekanizması (!) olarak TSK’ne güven duyuyor?
U.O.: TSK gerçekten toplumun %90’ının güven duyduğu bir kurum. Dünyadaki sayılı donanımlı ve disiplinli orduları arasında biliniyor. Diğer taraftan toplum, siyasete ve siyasetçilere sadece %30 gibi bir oranda güven duyuyor. Örneğin, daha evvel siyasetten gelmeyen bir Cumhurbaşkanına güven oranına bakıyorsunuz daha fazlaydı. Bugün siyasetten gelen Cumhurbaşkanına duyulan güven daha az. Bu doğru ama toplum yine de TSK’ni çözüm olarak görmüyor.
Tabii, tek başına TSK başarılıdır ama siyasiler başarısız demek de mümkün değil. Ortada bir başarı yok çünkü. Çözüm tüm aktörler arasında işbirliği yapılması ile mümkün olabilir. Acil çözüm bekleyen terör sorunu var, irtica sorunu var. Yargı tarafsızlığı sorgulanıyor. Asker de bunlara dikkat çekiyor. Son 4-5 yıldır oldukça uzlaşmacı davrandığı da bir gerçek. Sonuçta Türkiye’deki sorunlarla ilgili çizdiği portre doğrudur. Buna katılmamak mümkün değil. Ama çözüm yine de askerde değil siyasettedir. Tabii siyasetin eylem siyaseti olması koşuluyla. Doğru, uygulanabilir politikalar üretmesi koşuluyla.
Bu nedenle, sadece CHP’nin değil tüm muhalefet partilerinin, sivil toplum örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin, medyanın, Devlet kurum ve kuruluşlarının, Başbuğ’un konuşmasından hep birlikte mesaj almaları ve hep birlikte hareket etmeleri gereklidir. Bu mesajın yayınlanmasında ise birinci dereceden sorumlu olan Hükümettir.
Yetki kimdeyse, sorumluluk da ona aittir. Bu çok doğru ancak, demokrasilerde bir tek iktidar yok. Muhalefet de var, sivil toplum da var, yurttaşlar da var. Bunların kapasitesi nedir? Demokrasinin hayata geçirilmesinde etkin rol oynayacak yeterliliğe sahipler mi?
U.O.: CHP’nin de diğer muhalefet partileri gibi süreç içerisinde başarısız olduğundan bahsedilebilir. Genel anlamda Türkiye’de var olan söyleme dayalı siyaset, değerler üzerinden siyaset yapmaya odaklanmıştır. Bu kolay siyasettir ve topluma yansıması olumsuz olur, olmuştur. Siyasi erk eski siyaset düzenine alışmıştır; İktidar gündem yaratır, muhalefet buna cevap verir. Halbuki artık yeni siyaset düzenine, pro-aktif siyaset düzenine ihtiyaç var. Muhalefetin gündem yaratması lazım, politikalar üretmesi lazım. Çözüm üretmesi, her an diyalogda olması lazım. Mevcut siyaset, sistemsizlikten ve değerler üzerinden oynamakla besleniyor.
Le Monde’da bir karikatür vardı. Zaman zaman onu gençlere de gösteriyorum. Bir kağnı arabası düşünün tekerleri dört köşe, üzerinde bir yük var. İnsanlar çekiyorlar, itiyorlar… Kan, ter içerisinde bir tablo düşünün. Taşıdıkları yüke baktığınız zaman aslında lastik taşıdıklarını görüyorsunuz. Bir araya gelse o taşıyanlar, kendi aralarında konuşsalar, yüke baksalar lastik olduğunu görecekler ve ittirip kaktırmaya gerek olmadığını anlayacaklar.
Bu sonucun sebebi siyasettir. Bunu düzeltecek olan da halk. Halkın da bunu doğru değerlendirip, bundan bir öğreti çıkartabilmesi lazım. Demokrasinin işleyebilmesi için, gelişebilmesi, yetişebilmesi, yeşerebilmesi için halkın bunu talep etmesi gerekiyor. Bunun dışında ne AB gelip bize demokrasiyi kuracak, ne Amerika, ne Rusya. Sonuçta bu uzaydan gelmeyecek, tepeden zembille inmeyecek, bu siyasetçiler de bunu yapamayacak. Siyasetçilerin geçmişleri neyse gelecekleri de odur. Mevcut taahhütleri, geçmiş performansları bu siyasetçilerin. Bu siyaset profili demokrasiyi çalıştıramaz. Ama halk isterse, halk talep ederse, halk sorgularsa, halk zorlarsa bunu çalıştırmak zorunda kalacaklar.

Diğer taraftan kimse medyanın kartelleşmediğini söyleyemez. Sivil toplumun ülkede etkin rol oynayacak kapasiteye sahip olmadığını da biliyoruz. Mevcut yasal düzenlemeler de sivil toplumun gelişmesine fırsat verecek nitelikte değil. Bu durumda gerek medyanın gerekse sivil toplumun siyasileştiğinden bahsetmek yerinde olacaktır.
Halkı nasıl sorgular hale getireceğiz? Halk, para ver çocuğumu okula yollayayım, gebeyim para ver, para ver çocuğuma bakayım, eşya, kömür, para ver oyumu sana vereyim şeklinde kurgulanmış durumda. Van, Hakkari, Diyabakır gibi illerde de halkın %50’den fazlası sosyal yardım alıyor. Halkın yoksulluğundan sorumluluk duymak yerine bunu oy kapısı yapmak gibi bir zihniyet gelişti. Şimdi yurttaşları biz nasıl istihdama alıştıracağız, eğitime alıştıracağız, kızını okula yollamak için para alan babalarla para almadan kızını okula yollayan baba arasındaki eşitsizliği nasıl çözeceğiz, bu sistemi nasıl geri döndüreceğiz de halk siyasileri sorgular hale gelecek? Tüm bunlar halk sorgulayamasın diye yapılmadı mı? Halk bilinçsiz bırakılmadı mı?
Sorgulayan ufak bir kesim var, akademisyenler gibi, medya mensupları gibi, sivil toplum liderleri gibi. Onların da akıbetleri belli. Kötü bir fotoğraf dayatmak istemiyorum ama çok da iyimser olursam, nereye doğru istikamet alındığına dair gözlerimi kapatırsam, bu topluma ihanet etmiş gibi de olmaz mıyım?
U.O.: Doğru, sosyal transferlerle yoksullukla mücadele edilemeyeceği aşikar. Verilerle tespit edilmiş. Para yardımları yoksulluğu azaltacağına arttırıyor. Sosyal transferler alışkanlık haline geliyor. Büyük haksızlık da yaratıyor çalışanla çalışmayan arasında.
Bu tabii oyun bozan bir siyaset ve bunu düzeltecek olan da halkın talebiyle yine siyaset. Muhalefet partileri öncelikli sorunları tespit etmeli, sorunlarla ilgili de çözüm üretmeli. Bunun adı, bana oyunu ver ben geldiğim zaman bunu uygularım değildir. Bunun çözümü bende var ama söylemem de değildir. Siyaset onun için pro-aktif olmalıdır diyorum. Öncelikli sorunlara çözüm üreten bir siyasete ihtiyaç var. Yeni bir siyaset anlayışına ihtiyaç var. İktidar, erzak, kömür, eşya yolluyor ama bunun sürdürülebilirliği yok. Dünyada da yok, Türkiye’de de yok. Bu ne kadar sürdürülebilir, ekonomi batıyor şu an, küresel krizle falan alakası da yok. Batıyor, zaten batıyor…
Bu durumda, çözüm için halkın demokrasiye aktif katılım hakkından faydalanır hale getirilmesi çok önemli. Hak kullanımı sadece oy vermekle bitmiyor. Halen oy kullanmanın hak olmaktan ziyade görev olduğu şeklinde söylemlerde bulunuyoruz. Siyasiler kavramları doğru tanımlamadığı gibi sebep-sonuç ilişkisini de halkın menfaatine göre değil de siyasilerin çıkarlarına göre kurguluyorlar. Toplumda güvenlik sorunu var, laiklik, hukukun üstünlüğü sorunları var -Baykal buna ‘Faşist Darbe’ dedi- demokrasi aktörlerinin yetersizliği ve aynı zamanda yoksun bırakılmışlık sorunu var. Halk talep etmeyi başarabilecek gibi durmuyor. Peki, çözüm nerede?
U.O.: Çözüm siyasette ve bunun için siyasette değişim kaçınılmaz. Herkes menfaat odaklı çalışmaktan artık vazgeçecek. Bunun için siyasete katılım gerekiyor. Gezdiğim illerde gençlere Bursa Nutku’nu hatırlatıyorum çünkü neden siyasete girdim sorusunun cevabını Atatürk’te buldum. Bursa Nutku’nda Atatürk, “Devlet’in Jandarması seni gelip tutuklayabilir, seni gözaltına alabilir, karakola getirebilir, kötü muameleye maruz bırakabilir, mahkemeye çıkarsın tutuklanabilirsin, ne beni ne İsmet Paşa’yı arama. Yapacağın şey buradan kurtulmak değil, bu sonucu doğuran sebebi ortadan kaldırmaktır.” diyor. Türk gencinden beklentim budur diyor.
Burada bizim esasında bugün yaşadığımız şey Bursa Nutku. Çözüm susmak değil, kendinizi sıyırmak da değil. Türkan Hoca naif bir şekilde şu mesajı verdi. Safça görülüyor ama büyük bir inançla şunu söyledi, “biz eğitimle uğraşıyoruz, ben yıllarca cüzamla uğraştım, sağlıkla uğraştım, bilimle uğraştım, son 20 yıldır eğitimle uğraştım ama hukuk guguk olmuş. Bunu düzeltmek de bizim görevimiz” dedi.
Bence de çözüm, sebepleri ortadan kaldırmakla mümkün. AKP’yi doğru mecraya çekmek önemli. Siyaset üretmesini sağlamak ve siyasetini Anayasa’daki çerçeveye getirmesini sağlamak önemli. Yani Türkiye’nin tartışılmaz ilkelerini bırakıp, değerler üzerinden siyaset yapmayı bırakıp, gerçekler üzerinden siyaset yapması ve çözüm üretmesini sağlamak lazım. Her siyasi parti için bu geçerli ama AKP için bugün daha çok geçerli. Bizim şu anda türban, laiklik, yargı tarafsızlığı meseleleri önceliklerimiz olmamalı. Ekonomi çökmüş, insanlar işsiz, insanlar aç, bölgeler arasındaki sosyo-ekonomik farklılıklar artıyor, şehirlerin çeperinde yoksul ve yoksun insanlar yaşıyor, sosyal patlama, göç, güvenlik, sağlık, eğitim sorunları varken, türbanla, din dersleriyle, laiklikle uğraşılmaması gerekiyor. AKP’yi doğru siyaset yapmaya yönlendirmeliyiz, önceliklerini değiştirmemiz gerek. Olması gereken noktaya çekmek gerekiyor. Olması gereken noktaya çekmek derken de diğer siyasi partilere de gönderme yapmak gerekiyor. Benim partim olmak üzere, onların da üzerlerindeki ölü toprağını atmaları gerekiyor. Onların da donuk siyaset anlayışını bırakmaları gerekiyor. Daha samimi, gerçekçi siyaset yapmaları gerekiyor.

O zaman, sebep, iktidarın değerler üzerinden kolay siyaset yapması ve muhalefetin de buna karşılık vermekle yetinmesidir şeklinde özetlenebilir. Buna dur diyecek yine siyasilerdir ancak, bu rolü üstlenecek, hizmet odaklı çalışacak yeni akılların katılımına ihtiyaç vardır.
Diğer taraftan, “asker siyasetten elini çeksin” diyenlerin, yargıya, sivil topluma, medyaya, bilime ve askere elini en baştan uzatmamış olması gerekir. Demokrasinin tüm unsurları, sağduyu ile ve baskı altında olmadan çalışabilmeli, yapılanmada liyakatin varlığından asla bahsedilememelidir. Toplumda eşit fırsatların yaratılması ve vatandaşların katılımı için samimi olunması önemlidir.
İhtilaf yönetimi açısından bakıldığında ise son tespit şu şekildedir; kavramların, siyasi etik değerlerin, görevlerin uluslar arası standartlara göre doğru tanımlanması, siyasiler arasında usullere ve akla uygun müzakere yürütülmesi (bunun meydanlarda alkış ve oy karşılığı atışma şeklinde ve kabadayıca yapılmaması) ve ülke menfaatlerinin mutlak sağlandığı, Cumhuriyet ilkelerinden asla taviz verilmeden uzlaşmanın sağlanması.
Bu uzlaşma zemininin olmadığı yerde hizmetin üretilemediği, toplum vicdanında derin yaralar açıldığı, toplum barışının sözde demokrasiye kurban edildiği görülecektir.
Söyleşisinden büyük keyif aldığım Umut Oran’a sonsuz teşekkürlerimle, “sorunu söylem siyaseti yarattı, çözümü için eylem siyaseti gereklidir” tespitini ve Başbuğ’un, “TSK, bağımsızlığımızın, ulusal bütünlüğümüzün ve hukukun üstünlüğünün güvencesidir” söylemini sağduyuya ve akıllara tekrar ederim. (ofis@ihtilafyonetimi.com)

Print Friendly, PDF & Email