Yılın ilk ayında, ekonomi gündeminin ana konularından biri; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başkanlığında 170 dolayında iş adamından oluşan bir heyetin Mısır’a gerçekleştirdiği ziyaret oldu. Farklı şekillerde ifade edilse de, ziyaretin ana amaçlarından biri, Türk yatırımcısını Mısır’da yatırıma yönlendirmekti. Bugün hali hazırda 100 dolayındaki Türk firmasının Mısır’da 1.5 milyar dolara ulaşan yatırımları bulunmaktadır.
İçinde bulunduğumuz ekonomik ve sosyal koşullar dikkate alındığında, Türkiye’nin üretim kapasitesini bu şekilde yurt dışına göçertmenin doğru olmadığı görülecektir. Doğru adımlar atıldığı, bölgesel kalkınma stratejisi izlendiği takdirde; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri istihdam ve ihracat sağlayan yatırımlar açısından bir cazibe merkezi olacaktır inancındayız. Yine, Türkiye’nin mevcut sorunları dikkate alındığında, Mısır’da “Yatırıma hayır, ticarete evet” yaklaşımının doğru olduğu düşüncesindeyiz.
Mısır’a 1.5 milyar dolar yatırım

Bugün Mısır’a yatırım yapan Türk şirketlerinin sayısı 100’ün üzerindedir. Bunların 60’ı tekstil ve hazır giyim sektöründe faaliyet göstermektedir. Toplam yatırım büyüklüğü 1.5 milyar dolara ulaşmıştır. 300 dolayında Türk yatırımcının daha Mısır’da yatırım fırsatları ile yakından ilgilediği bilinmektedir.
Mısır’da, geçtiğimiz günlerde temeli Cumhurbaşkanı Gül tarafından atılan ‘Türk Sanayi Bölgesi’nin Türk yatırımlarının Mısır’a yönlendirilmesinde önemli bir çekim merkezi olması hedeflenmektedir. İlerleyen dönemde 1.5 milyar dolar yatırım yapılması planlanan bölgedeki sanayi tesislerinin 25 bin kişiye istihdam sağlayacağı açıklanmıştır. 25 büyük ölçekli 100 dolayında küçük ölçekli işletmenin faaliyet göstereceği bölgedeki yatırımlar, ağırlıklı olarak tekstil ve hazır giyim sektöründe gerçekleşecektir. Bu yatırımlar ile Türkiye’de tekstil ve hazır giyim sektöründeki sanayi altyapısının bir bölümü Mısır’a kayacaktır. Böylece, Türkiye’nin ihracat ve istihdam potansiyelinin bir bölümü daha Mısır’a taşınacaktır.
Diğer taraftan, Mısır ile aramızdaki ticaretin niteliğine bakmak gerekiyor. Halen küçük hacimlerde seyretse de, 2005 yılında iki ülke arasında imzalanan serbest ticaret anlaşması sonrasında, özellikle Mısır’dan gerçekleştirdiğimiz ithalat önemli bir artış gösterirken, bu ülkeye yaptığımız ihracat çok daha sınırlı oranda artmıştır. Mevcut trend devam ederse yakın bir zamanda Mısır’dan yaptığımız ithalatın ihracatımızı geçeceği görülmektedir. Diğer bir deyişle, imzalanan ticaret anlaşması Türkiye tarafından daha çok Mısır lehine işlemektedir. Yine de, bu serbest ticaret anlaşmasının doğru bir adım olduğunu, ancak bunu Türkiye’nin lehine çalıştıracak stratejiler geliştirmemiz gerektiği düşüncesindeyiz.
Mısır’a gerçekleştirdiğimiz ihracat ve ithalat

Yıl İhracat (ml$) İthalat
(ml$)
İthalat /İhracat
(%)
2007 827 625 75
2006 709 392 55
2005 687 267 39
2004 473 255 54
2003 346 189 54

Mısır’ın avantajı değil, Türkiye’nin dezavantajı

İş adamlarımızın Mısır’a gösterdiği ilginin bir dizi rasyonel nedeni bulunmaktadır. Mısır, özellikle emek yoğun sektörlerdeki yatırımcılar açısından Türkiye ile kıyaslandığı birçok noktada yatırım avantajı sunmaktadır. Aşağıdaki tabloda belirtilen Türkiye ve Mısır’a dair bazı temel maliyet kalemleri dahi, Mısır’ın hangi noktalarda avantajlı olduğunu işaret etmektedir.
Maliyet kıyaslaması

Maliyet kalemleri Türkiye Mısır
İşçilik ($/saat) 2 0.4
Elektrik (sent/kw) 8 3
Doğal gaz (sent/m3) 26 2.5

Bunun yanı sıra Mısır, farklı pazarlara açılmak noktasında da yatırımcılara önemli avantajlar sunmaktadır. Örneğin, 2004 yılında ABD ile imzalanan anlaşma uyarınca, Mısır’da kurulan nitelikli sanayi bölgelerinden (NSB) ABD’ye gümrük vergisinden muaf ihracat yapma olanağı bulunmaktadır. Yine, Mısır ile diğer Arap ülkeleri arasında Gümrük Birliği anlaşması bulunduğu için Mısır’da üretilen ürünler 18 Arap ülkesine gümrüksüz olarak ihraç edilebilmektedir. Bunun yanı sıra, Mısır, Afrika’ya yapılacak ihracat açısından da yatırımcılara önemli avantajlar sunmaktadır.
Bu bilgiler dikkate alındığında, özellikle tekstil – hazır giyim gibi istihdam dostu sektörlerde faaliyet gösteren iş adamlarımızın Mısır’a yatırım imkanlarını değerlendirmeleri gayet anlaşılabilir. Sonuç olarak, Türkiye’de önlerini göremeyen sanayicilerimiz, rekabetçiliklerini korumak için her türlü alternatifi gündemlerine taşımaktadırlar. Ancak anlaşılması zor olan, Türkiye’nin atacağı adımlarla Mısır’a kıyasla rekabetçi koşullar oluşturabilme şansına sahip olmasına rağmen bu adımları atmaması durumudur. Yine, özellikle bazı sivil toplum (yarı resmi) kurumlarının yöneticilerinin, Türkiye’de üretimin önündeki engelleri kaldırma yönünde çalışmak yerine yatırımcımıza başka ülkeleri adres göstermesi de düşündürücü bir durumdur.
Oysa, yetkililerimizin Mısır’ın avantajlarını Türk yatırımcısına tanıtmak yerine, Türkiye’de üretimin önündeki dezavantajları kaldırmaya odaklanmalarının ülkemiz menfaatleri açısından daha doğru olacağı düşüncesindeyiz.

Türkiye’deki Mısır: Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri

Türkiye’nin yatırımcıya rekabetçi koşullar sunması için izlemesi gereken stratejinin ‘bölgesel kalkınma’ ve ‘girdi maliyetlerini düşürme’ eksenleri üzerine oturması gerektiği düşüncesindeyiz. Bu çerçevede atılacak adımlarla Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nin tekstil ve hazır giyim gibi istihdam dostu sektörlerde Mısır’a alternatif olabileceği görülmektedir.
Bu noktada öncelikle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’ne dair temel sosyoekonomik koşullara göz atmak gerekiyor. TÜİK’in en son 2001 yılında yayınladığı illere göre kişi başı gelir istatistiği dikkate alındığında, Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri’ndeki 21 il kişi başı gelir anlamında Mısır düzeyine yakın bir konumdadır. 2001 verilerine göre, bölgenin en yüksek kişi başına gelir rakamına sahip ili Elazığ bile kişi başı 1,704 dolar gelir rakamı ile Mısır’ın bugünkü kişi başı geliri olan 1,870 dolar rakamının altında kalmaktadır.
2001 yılından bugüne gelinceye kadar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde kişi başı düşen gelirin Türkiye ortalamasına paralel arttığını düşünerek yaptığımız hesaplamalar da, bölgenin büyük bölümünün kişi başı gelir anlamında Mısır’la aynı kategoride bulunduğunu göstermektedir. Bugün, Mısır’da kişi başı gelir rakamı, Türkiye’deki kişi başı gelir rakamının yaklaşık yüzde 30’u düzeyindedir. 2001 yılındaki oranların korunduğu öngörülürse, bölgedeki 21 ilin kişi başı gelir rakamının aritmetik ortalaması Türkiye’de kişi başı düşen gelirin yaklaşık yüzde 45’i düzeyindedir. Bölgedeki en az gelire sahip 14 ilde ise bu oran yüzde 38’e düşmektedir. Kısacası, bölgedeki nüfusun çok ciddi bir miktarı Mısır’la aynı sosyoekonomik şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır.
Yatırımların rotasını değiştirecek 7 adım

Yukarıda ifade ettiğimiz bütün gerçekler, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ivedilikle aşağıda belirtilen 7 konuda adım atılmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır:
a) Bölgesel asgari ücret uygulamasına geçilmesi…
b) 10 yıl gibi bir süre için asgari ücret üzerindeki vergi ve primlerinin kaldırılması…
c) 10 yıl süresince enerji üzerindeki vergilerin kaldırılması…
d) 10 yıl süresince, istihdam ve ihracat sağlayan sektörlerin bölgede yaptıkları yatırımlardan vergi alınmaması (yatırım indirimi sunulması)…
e) Bölgeden istihdam yaratan, yerli malı kullanıp katma değer yaratan işletmelerin, daha düşük faiz ve uzun vadeli Eximbank ihracat kredileri ile desteklenmesi…
f) Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri’nde nitelikli sanayi bölgelerinin (NSB) kurulması için ABD ile görüşmelerin başlatılması…
g) Özellikle İstanbul ve Kocaeli gibi kişi başı gelir düzeyi anlamında en yüksek konumdaki illerde, emek yoğun sektörlerde faaliyet gösteren sanayicilere, üretimlerini Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri’ne taşıma kararı almaları durumunda ekstra taşınma teşviklerinin sunulması…
Bölgesel veya yerel asgari ücret, dünya ekonomisinin büyük bir bölümünü temsil eden, aralarında ABD, Japonya, Kanada, Meksika, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin de bulunduğu birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede uygulanmaktadır. Türkiye açısından ise, bölgesel asgari ücret uygulaması hem ekonomik hem de sosyal açıdan birçok faydalar sağlayacaktır. Bu faydalara Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri açından bakacak olursak şunları aktarabiliriz.
%3’ten vazgeç %17’i kazan

Bu raporun önceki bölümlerinde belirtildiği üzere; Türkiye nüfusunun yüzde 17’sinin yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki 21 ilin (Gaziantep hariç bırakılmıştır) çok büyük bir bölümü Mısır ile aynı gelir düzeyinde yaşamaktadırlar. Bu gelir yapısı, esnek bir işgücü politikası izlendiği takdirde bölgenin işgücü arz potansiyelinin Mısır’la aynı düzeyde olacağını işaret etmektedir. Bu potansiyelin realizasyonu için atılması gereken ilk adım bölgesel asgari ücret uygulamasına geçmektir. Bu adım atıldığında bir taraftan yatırımcılar, özellikle emek yoğun sektörlerde bölgede önemli yeni istihdam imkanı sağlayacak yatırımlara girişecekler; diğer taraftan bölgedeki kayıt dışı ciddi şekilde düşecektir. En önemlisi de on binlerce gencimiz iş bulacaktır.
Bölgenin yatırımcılar açısından cazibesinin artırılması noktasında atılacak ikinci adım, asgari ücret ve enerji üzerindeki vergilerin bölgede belirli nitelikteki (Bu kriterin Türkiye’nin cari açık ve işsizlik sorunundan hareketle; ihracat ve istihdam sağlayan yatırımlar olması gerektiği inancındayız) yatırımlardan alınmaması olmalıdır. Bugün, devletin bölgeden sağladığı gelir ve vergi rakamları ihmal edilecek düzeydedir. 2006 yılı bütçesine ait veriler değerlendirildiğinde Doğu ve Güneydoğu’daki 21 ilin (Gaziantep hariç bırakıldığında) merkezi bütçeye aktardığı gelirler (Ağırlıklı olarak vergi gelirleridir) 2.9 milyar YTL dolayındadır. Merkeze kaydedilen gelirlerden bölgenin payına düşen gelirler de eklendiğinde, bu rakam 5.8 milyar YTL’ye ulaşmaktadır. Bu miktar, 2006 yılında Türkiye’nin toplam bütçe gelirlerinin sadece yüzde 3.3’ünü ifade etmektedir. Bu durum, mevcut haliyle bölgenin Türkiye ekonomisine sağladığı katkının ihmal edilebilir düzeyde olduğunu göstermektedir. İşte devlet, bu ihmal edilebilir geliri 10 yıl gibi bir süre için gerçek anlamda ihmal etse, hem yatırımcımız Mısır gibi farklı ülkelerde yatırım yapmak zorunda kalmayacak hem de bölge gerçekten Türkiye ekonomisine ciddi katkı sağlayan bir merkez konumuna yükselecektir.
Diğer taraftan, bölgenin nispeten gelişmiş illerine karşılık gelen GAP Bölgesi’ndeki 9 ilde sanayi işletmelerinin sağladığı istihdam 81 bin dolayındadır. Gaziantep hariç bırakıldığında bu rakam sadece 29 bin düzeyinde kalmaktadır. Bu rakam, batı bölgelerimizde nispeten sanayileşmiş bir ilimizde sağlanan istihdamdan daha azdır. Mısır’da temeli atılan ‘Türk Sanayi Bölgesi’nin sağlayacağı öngörülen istihdamın 25 bin olması ise ironik bir durumdur.
Rakamlara kabaca da olsa bakıldığında, devletin asgari ücret üzerindeki yükleri kaldırması nedeniyle yaşayacağı gelir kaybı son derece sınırlı olacaktır. Buna göre, 2008 yılın ilk dönemi itibarıyla bir asgari ücretlinin işverene maliyeti 740 YTL düzeyindedir. Bu rakamın 305 YTL’si; diğer bir ifade ile yüzde 40’dan fazlası kesintilerdir. Eğer, GAP bölgesinde Gaziantep dışında kalan 8 ildeki sanayi yatırımlarından bu kesintilerin yapılmadığı düşünüldüğünde, 29 bin kişi (Bu kişilerin asgari ücretli olduğu kabul edilmiştir) için devletin feragat edeceği yıllık gelir sadece 9 milyon YTL düzeyinde kalacaktır.
Bu bağlamda bir fırsat maliyet analizi yapıldığında, bölgede belirli bir süre asgari ücret ve enerji üzerinden alınan vergilere muafiyet getirilmesi, devletin vergi gelirlerinde ciddi bir kayba neden olmayacaktır. Diğer taraftan, bölgede yüzbinlerce kişi iş bulacak; bu insanlar iş ve aş bulmak amacıyla batı illerine göç etmek zorunda kalmayacaklardır. Eğer, bu nüfusunun batı illerine göç etmesi sonucu batı illerimizin ihtiyaç duyacağı ekstra altyapı yatırım maliyetleri hesaplansa, bu rakamının devletin feragat edeceği cüzi gelirin kat ve kat üzerinde olacağı görülecektir.
Özetlemek gerekirse, devletin 10 yıl gibi bir süre için yaklaşık yüzde 3 oranındaki bir gelirden feragat etmesi durumunda, hem nüfusun yüzde 17’sinin yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’ndeki 21 ilin vatandaşlarının devlete inancı yükselecek hem de bölgenin Türkiye ekonomisine katkısı kalıcı bir şekilde artacaktır düşüncesindeyiz.
Bu noktada, bölgeye belirli emek yoğun sektörlerde sağlanacak bir teşvik paketi, Türkiye’nin diğer bölgeleri açısından haksız rekabete yol açmayacaktır. Çünkü, emek yoğun birçok sektördeki üreticiler, mevcut şartlar altında üretim yapamamakta, bu nedenle de yatırımlarını Mısır örneğinde olduğu gibi, farklı ülkelere kaydırma alternatiflerini değerlendirmektedirler. Böylece, farklı bir ülkede yatırım yapmanın birçok görünen ve görünmeyen maliyetini üstlenmektedirler. Oysa sanayici yatırımlarını Mısır yerine uygun yatırım ortamına sahip Doğu ve Güneydoğu’ya yönlendirmeleri şirketlerinin rekabetçiliği de artacaktır.
NSB yeniden gündeme taşınmalı

Bugün Mısır’a yapılan doğrudan yatırımların sağladığı bir başka avantaj olarak Mısır’ın ABD, Arap ve Afrika ülkelerine ihracatta sunduğu fırsatlar ifade edilmektedir. Oysa Türkiye, doğru adımları attığı takdirde yatırımcılara bu avantajlara paralel fırsatlar oluşturabilir. Örneğin Mısır, 2004 yılında ABD ile imzaladığı anlaşma uyarınca, kurulan nitelikli sanayi bölgelerinde (NSB) üretilen ürünleri ABD’ye gümrük vergisinden muaf ihraç edebilmektedir. Bilindiği üzere, Türkiye ile ABD arasında gerçekleştirilecek bir NSB projesi ilk 1999 yılında gündeme getirildi. 2002 yılında ise, Ecevit’in başbakan olarak ABD’ye düzenlediği ziyaret esnasında Türk tarafı konuyu tekrar masaya taşımış ama olumlu bir sonuç alınamamıştır. İlerleyen dönemde de konu iki ülke arasındaki ilişkilerin gündeminden düşmüştür. Bugün, özellikle Türkiye ile ABD arasındaki ticaretin Türkiye’nin aleyhine geliştiği bir ortamda bu proje daha büyük önem taşımaktadır.
Türkiye’nin geçtiğimiz yıl ABD’ye gerçekleştirdiği ihracatın toplam ihracatımız içindeki payı yüzde 3,8 olarak gerçekleşmiştir. Bu oran 2001 yılında yüzde 9,9 olarak gerçekleşmiş, her geçen yıl daha da azalarak 2007 yılında dip noktasına ulaşmıştır. Dünyanın en büyük pazarına yönelik ihracatımızdaki bu düşüş düşündürücüdür.

Türkiye’nin ihracatında ABD’nin payı

ABD (bl$) Toplam (bl$) Pay (%)
2001 3,1 31,3 9,9
2002 3,4 36,1 9,4
2003 3,7 47,3 7,8
2004 4,8 63,2 7,6
2005 4,9 73,5 6,7
2006 5,1 85,5 5,9
2007 4,0 106,2 3,8

ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi yönündeki çalışmalarda, ekonominin ülkeler arasındaki ilişkilerde en kritik unsur olduğu dikkate alınmalıdır. Bu konudaki en somut adım da ABD ile Türkiye arasında imzalanacak bir NSB anlaşması olacaktır. Bu durumu somutlandırmak amacıyla aşağıda NSB projelerinin Mısır ve Ürdün ekonomilerine nasıl katkı yaptığı anlatmak amacıyla iki ülkedeki NSB anlaşmasının içeriği ve bu anlaşmaların somut sonuçları aktarılmıştır:
NSB Projesinin Ürdün Ekonomisine Katkısı:
Ürdün’de fiili olarak NSB’ler 1998 yılında faaliyete geçti.
Projenin amacı genel olarak hem bölge ülkelerinin kendi aralarında hem de bölge ülkelerinin ABD arasındaki ilişkilerin ekonomi yardımıyla geliştirilmesi olarak kabul edilebilir. Bu doğrultuda, en az yüzde 8 oranında İsrail girdisi kullanılarak Ürdün’deki NSB’lerde üretilmiş ürünler ABD’ye gümrüksüz ihraç edilebiliyor.
NSB’ler sayesinde, 1997 yılında Ürdün’den ABD’ye yapılan ihracat miktarı sadece 15 milyon dolar düzeyinde iken zaman içinde geometrik olarak arttı. 2006 yılı sonunda bu rakam 1.3 milyar dolara yükseldi. 50 binden fazla istihdam oluşturuldu.
NSB Projesinin Mısır Ekonomisine Katkısı
Mısır’da NSB projeleri fiili olarak 2005 yılında başladı.
– Mısır’daki NSB’lerde yüzde 11.7 oranında İsrail girdisi kullanılarak üretilmiş ürünler ABD’ye gümrüksüz ihraç edilebiliyor.
– Mısır’ın ABD’ye ihracatı 2004 yılında 1.3 milyar dolar düzeyindeydi. 2006 yılında bu rakam 2.4 milyar dolara yükseldi.
– Geçtiğimiz yılsonu itibarıyla Mısır’daki NSB’lerde toplam 270 dolayında şirket faaliyet gösteriyordu. Bu işletmelerin yaklaşık yüzde 80’i tekstil hazır giyim sektöründe faaliyet gösteriyor.
– Geçtiğimiz yıl NSB’lerden ABD’ye gerçekleştirilen tekstil ve hazır giyim ihracatı 700 milyon dolar düzeyinde gerçekleşti. Bu rakamın neredeyse sıfır düzeyinden başladığı dikkate alındığında gelişme çarpıcıdır.
Yukarıdaki bilgiler, ABD ile gerçekleştirilecek bir NSB anlaşması çerçevesinde Doğu ve Güneydoğu illerimize kurulacak NSB’lerin gerek bölge gerekse Türkiye ekonomisine büyük ivme kazandıracağını işaret etmektedir.
İşgücü niteliğimiz, emek yoğuna zorluyor
Bugün, Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri’nde istihdamın önünü açacak bir yaklaşım, bazı kesimlerce ‘Anadolu’yu uzun emek kaynağı olarak görmek…” gibi ifadelerle eleştirilmektedir. Yine, Türkiye’nin ülke olarak topyekün emek yoğun sektörlerden çıkması yönündeki mantık dışı söylemler, bazı siyasiler tarafından örtülü bir şekilde ifade edilmektedir. Bu yaklaşımda oklar, öncelikle tekstil ve hazır giyim sektörüne yönelmektedir. Bu yanlış yaklaşım en iyi ihtimalle; Türkiye’nin işgücü yapısını ve/ya tekstil ve hazır giyim sektörünün niteliğini bilmemekten kaynaklanmaktadır.
Öncelikle, Türkiye’de tekstil ve hazır giyim sanayi geçmiş yıllarda yapılan yoğun teknoloji yatırımları sayesinde önemi bir teknoloji altyapısına sahiptir. Yine, Türkiye’de de hızla gelişmekte olan teknik tekstil ve organik tekstil gibi kategorilerde sektör, çok yoğun düzeyde know-how ve entelektüel sermaye girdisi kullanmaktadır. Örneğin, Almanya, ABD, Fransa, İngiltere ve Japonya gibi gelişmiş ülkeler, teknik tekstil üretiminde lider konumundadırlar. İlgili ülkeler, bu alandaki güçlerini artırmak için de iddialı çalışmalar gerçekleştirmektedirler. Örneğin, İngiltere’de Manchester ve Liverpool gibi şehirleri de kapsayan ‘Kuzeybatı Bölgesel Kalkınma Ajansı’nın stratejik hedefi, bölgeyi teknik tekstilde dünya lideri yapmak ve bu doğrultuda dünyanın dört bir yanındaki şirketlerin bölgeye yatırımlarını teşvik etmektir.
Diğer taraftan, Türkiye’nin işgücü stokunun niteliği değerlendirildiğinde ülkemizin belirli bölgelerinde en azından bir süre daha emek yoğun sektörlerde üretim yapmaya mecbur olduğumuz görülmektedir. Örneğin, ILO ve OECD gibi uluslararası kuruluşların verilerine göre; işgücü maliyeti anlamında Türkiye’nin dörtte biri düzeyinde yer alan Çin’de 25 yaşın üzerindeki nüfusun aldığı eğitim 5.74 yıl iken, Türkiye’de bu rakam 4.8 yıl düzeyindedir. Yine, istihdam maliyetleri Türkiye’nin yedide biri olan Hindistan’daki ortalama eğitim süresi Türkiye’ye yakın düzeydedir. TÜSİAD, Türkiye’de ortalama eğitim süresinin 5.3 yıla yükseldiğini açıklasa da hala ortalama eğitim düzeyimiz 1.3 milyar nüfuslu Çin’i yakalayamamaktadır. Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri’ndeki ortalama eğitim düzeyi ise daha da olumsuzdur.
Bu rakamlar, 70 milyonluk büyük bir nüfusa sahip olan Türkiye’de, nüfusun belirli bir bölümünün emek yoğun sektörlerde istihdam edilmek zorunda olduğunu işaret etmektedir. Özellikle önümüzdeki yıllarda, tarımdaki çözülmenin devam edeceği düşünüldüğünde emek yoğun sektörlerin istihdama katkısı büyük önem taşımaktadır. Türkiye, sadece yüksek teknoloji altyapısı gerektiren sektörlere yatırım yapsın diyenler, Türkiye’nin binlerce niteliksiz işgücünü nerede istihdam edeceğini açıklamak durumundadır.
Diğer taraftan, son 2 yılda ülkemize rekor düzeyde yabancı sermaye girmesine rağmen, bu sermayenin niteliği incelendiğinde ileri teknoloji sektörlerinden greenfield (sıfırdan yatırım) olarak gelen sermayenin ihmal edilecek boyutlarda olduğu görülmektedir. Bunlar arasında, siyasilerin de birçok kez yüksek katma değerli olarak işaret ettikleri sektörlere ait sıfırdan yatırımın ise neredeyse bulunmadığı görülmektedir.
Bu da, Türkiye’nin sadece ileri teknoloji sektörlerine odaklı bir büyüme stratejisi izlemesinin maalesef bir popülizm olduğunu işaret etmektedir. Örneğin, bizimle aynı ortalama eğitim düzeyine sahip Hindistan’da, bir taraftan ICT (enformasyon ve komünikasyon teknolojileri) ve ilaç gibi sektörlerde gelişmeler yaşanmakta diğer taraftan da, tekstil ve hazır giyimde dünyanın önemli üreticisi konumunda yer almaktadır.
Bu bağlamda Türkiye, hem emek yoğun sektörlerin hem de teknoloji yoğun sektörlerin bir arada gelişmesini dikkate alan iki hatlı bir kalkınma stratejisini gündeme almalıdır.
Sonuç olarak…

Bu rapor kapsamında anlatıldığı üzere, Mısır’a gerçekleştirilen her yatırım Türkiye’nin en önemli iki sorunu olan cari açık ve istihdam sorunlarının ilacı niteliğindeki yatırımların ülkemizden kaçması anlamına gelmektedir. Yine, atılacak doğru adımlarla bu yatırımlar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’ne yönlendirebilir. Bu sayede, hem bölge hızlı bir kalkınma sürecine girer hem de yatırımcılarımız rekabetçiliklerini artırır.
Diğer taraftan, eğer hedef Mısır pazarı ve Mısır üzerinden Afrika ve Ortadoğu pazarlarına açılmak ise, bunun için Mısır ile aramızdaki ticaret geliştirilebilir, Türk şirketleri bu ülkede ticaret merkezleri oluşturabilir, perakende zincirlerini geliştirebilir. Ancak, Mısır ile gerçekleştirdiğimiz dış ticarette son dönemdeki trend dikkate alındığında, Mısır pazarını ne kadar doğru değerlendirebildiğimiz ayrı bir tartışma konusudur.

Son söz olarak, ‘MISIR’DA TİCARETE EVET, YATIRIMA HAYIR’ diyoruz…

Saygılarımla,
Umut Oran

Print Friendly, PDF & Email