Yüksek Faiz, Düşük Kur ve İthalata Dayanan Ekonomik Balon Söndü; Çıkış Üretim ve İhracata Dayanan Sosyal Devlette…
Balonlar genelde yavaş şişer hızlı söner… Tıpkı, 2002 yılından itibaren izlenen ekonomi politikalarının bugün geldiği nokta gibi… Gelin Türkiye ekonomisinin 2002’den bugüne kadar ‘Nereden nereye…’ geldiğine rakamlarla bakalım.
2002’de 1.5 milyar dolar olan cari açık 2008’de 41.4 milyar dolara fırladı. Türkiye’nin ihracat hamlesi yaptığı iddia edilen bu dönemde Türkiye’nin dış ticaret açığı 4 mislinden fazla artarak 15 milyar dolardan 70 milyar dolara yükseldi. Üstelik bu açık Türkiye ekonomisinin rekor düzeylerde dış borç almasına rağmen verildi. Türkiye’nin 2002 yılında 130 milyar dolar düzeyindeki dış borcu 2008’de 289 milyar dolara yükseldi. 2008 yılının 4. çeyreğinde ekonomimiz %6,2 oranında küçülerek dünyanın en fazla küçülen birkaç ekonomilerinden birisi oldu. Açıklanan son verilerde ise ekonomideki kan kaybının devam etmekte olduğu görülmektedir. Sanayi üretim endeksi Şubat ayında %23,7 oranında geriledi. Diğer bir deyişle sanayi de her 4 tezgahtan birini durdurdu. İmalat sanayinde kapasite kullanım oranı da %63,4 ile son yirmi yılın en düşük seviyelerine geriledi. Yine işsizlik bu yılın Ocak ayında rekor bir artışla 3 milyon 650 bin kişiye ulaştı. Bir yılda 1 milyondan fazla kişinin işini kaybetmesiyle birlikte işsizlik oranında psikolojik sınır olarak kabul edilen %15 oranı da aşıldı. Ocak ayı işsizlik oranı %15.5 olarak gerçekleşti.
Kriz 4 tezgahtan birini kapattı; 4 kişiden birini işsiz bıraktı
Bu ekonomik çöküşü, yüksek faiz düşük kura dayalı ithalat odaklı ekonomik balonun patladığını  anlamak için elimizde veri olarak sadece kuru rakamlar yok. Sokaktaki vatandaş da krizi canlı bir şekilde hissediyor. Buna göre, 2002 yılında 2.4 milyon olan işsiz sayısı 2009’de 3 milyon 650 bine. Açıklanan yüzde 15.5 oranındaki işsizlik son 20 yılın rekor oranıdır. Sadece son 1 yılda 1 milyondan fazla vatandaşımız işsiz kaldı. Eğer iş aramaktan umudunu kesenleri de dahil ederek gerçek işsizlik rakamlarını dikkate alacak olursak her 4 kişiden birinin işsiz kaldığını görüyoruz. Ayrıca, Türkiye işsizlik oranında Avrupa şampiyonu konumunda.
Dünyada ekonomik krizden en fazla etkilenen ülkeler arasındayız
Her ne kadar Sn. Başbakan “ kriz bizi etkilemeyecek, teğet geçecek “ diyorsa da Türkiye bu dönemde krizden en fazla etkilenen birkaç ülkeden biri oldu. İddiamızı boş laflarla değil rakamlarla güçlendirelim.  Geçtiğimiz yılın başında hükümet %5.5 oranında ekonomik büyüme tahmin etmişti. Oysa 2008 yılında ekonomi %1.2 büyüdü. 2008 yılı 4. çeyreğinde ise ekonomi %6.2 oranında rekor düzeyde küçülme gösterdi. Böylece Türkiye aynı ligde değerlendirildiğimiz diğer gelişmekte olan ülkeler Çek, Polonya, Macaristan ve Çin’in çok daha altında bir büyüme gerçekleştirmiş oldu. Hatta Yunanistan, Avusturya gibi AB’ne uzun yıllardır üye ülkelerin dahi gerisinde kalmıştır.
Yine son 1 yılda TL yüzde 40 değer kaybetti.(02 Ocak 2008 dolar 1.16 TL – 02 Ocak 2009 dolar 1.52 TL. Yıllık döviz artış oranı %76) Bu kayıpla TL, küresel krizden en fazla etkilenen Macaristan, Kolombiya, Rusya gibi ülkelerin para birimiyle aynı oranda değer yitirdi. Bir ülkenin ekonomik riskini en çıplak haliyle ortaya koyan rakamlardan biri de gösterge niteliğindeki faiz oranlarıdır. Yüzde 12.09 faiz oranı ile 3 aylık gösterge faiz oranları açısından Türkiye ekonomileri en istikrarsızlı ülkeler liginde yer alan Rusya, Pakistan, Arjantin ve Venezüella ile aynı düzeylerde faiz ödüyor.
Bu arada Borsamız da, krizde Dünyadaki en fazla kayıp yaşayan ülkeler arasında.
Beceriksizlik kimde ?
2007 yılından bu yana bütün dünyayı etkisi altına almaya başlayan krizi görmezden gelen hükümet AB Katılım Öncesi Ekonomik Program kapsamında açıkladığı ekonomik hedefler ile birlikte hem geçmişte açıkladığı ekonomik hedeflerden çok büyük bir sapma gösterdi hem de bir anlamda 6 yıllık ekonomi politikalarının büyük bir başarısızlık olduğunu kabul etmiş oldu. Hükümet daha önce 2009 yılı için hedeflediği %4’lük büyüme tahmini %3,6 oranında küçülme olarak revize etti. Böylece hükümetin büyüme hedefinin %190 oranında sapmış oldu. 2009 yılının tamamı için hedeflenen 10.4 Milyar TL’lik  bütçe açığına Şubat ayında ulaşılmış ve Mart ayı bütçe rakamlarında ise toplam bütçe açığı 19.1 Milyar TL olarak gerçekleşerek yılın sadece ilk 3 ayında hedeflenen bütçe açığından iki kat fazla bütçe açığı verilmiş oldu. Bir başka önemli nokta da kişi başı GSMH’da reel anlamda büyük bir daralma yaşanacak olması. Hükümetin açıkladığı ekonomik programa göre 2009’da GSMH 579 milyar dolara gerileyecek. Bu da kişi başı GSMH’nın 8,100 dolar düzeyine gerileyeceğini işaret ediyor. Ancak TÜİK geçtiğimiz yıl milli gelir hesaplama yöntemini değiştirmesiyle birlikte oluşan %30 değerlendirme oranı da hesaba katıldığında 2009 sonunda kişi başı GSMH 5,590 dolar düzeyinde gerçekleşecek.
Her ne kadar hükümet yok saydığı krizle yüzleşip 2009 yılı için tahminlerini revize etmesine rağmen açıklanan son veriler dahi gerçeklerden uzaktır. İşsizlik oranı yıl sonu için %13,5 olarak tahmin edilmesine rağmen yeni açıklanan Ocak ayı işsizlik oranı %15.5 olarak gerçekleşmiştir. Daha önce 149 milyar dolar olarak tahmin edilen, son olarak 104 milyar dolar olarak revize edilen ihracat hedefimizin gerçekleşmesinde dahi güçlük yaşanacaktır. 2008 Kasım ayından bu yana her ay %25 civarında gerileyen ihracatımız, bu revize edilmiş hedefe ulaşılmanın dahi oldukça güç olduğunu işaret etmektedir.
Hükümetin ekonomik gerçekler ile yüzleşmesine neden olan bu program revizyonu hem IMF ile süren müzakerelerle ilgili hem de  AB’ye sunulması gereken Katılım Öncesi Ekonomik Program hazırlanma ihtiyacından ileri gelmektedir. AB’ye sunulmak için alel acele hazırlanan 2009-2011 yıllarına ilişkin ekonomi ve maliye politikası hedeflerinin de ekonominin gerçek durumunu göstermekten uzak olduğunu ve bu tahminlerin de tutmayacağını muhtemelen önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Artık masal bitti. Şimdi yeni bir şeyler söyleme ve bunları eyleme geçirme zamanı
Ezcümle, AKP’nin 6 yıllık ekonomi yönetimi ne adalet ne de kalkınma ve büyüme sağlayabilmiştir. İstikrarlı bir şekilde uygulanan ithalata dayalı yüksek faiz düşük kur ekonomisin sonucu, istikrarsız bir Türkiye’dir. Bu nedenle Türkiye’nin ekonomi ve kalkınma politikalarından ezberlediği stratejileri bozması ve sürdürülebilir bir politikalar bütünü geliştirmesine ihtiyaç var.
Türkiye geldiği noktada çözüm odaklı olan, istihdamı ve ihracatı hedefleyen kendi üretim gücüne dayanan, bölgesel gerçekleri dikkate alan bir ekonomi çerçevesi oluşturmaktır. Bu kalkınma politikasının somut reçetesi ise; istihdam odaklı, ihracat hedefli, sektörel kümelenme ile bölgesel kalkınmadır.
Bu noktada Türkiye’nin istihdamını koruması için öncelikle istihdamın üzerindeki yükleri azaltması ve bölgesel uygulamalara geçilmesi gerekmektedir. İstihdamda yüzde 50’nin üzerindeki kayıt dışılığın makul düzeylere çekilmesi gerekmektedir. İhracat hedefli kalkınma için Türkiye’nin rekabetçi olduğu sektörlerde üretim zincirindeki bütün halkaların güçlendirilmesi, bunları zayıflatan rekabete aykırı ithalat uygulamalarına gem vurulması gerekmektedir. Sektörel kümelenme ve bölgesel kalkınma için bölgeler bazında rekabetçi olunan sektörlerin tespit edilmesi ve bu tespit doğrultusunda destek mekanizmalarının kurulmasına ihtiyaç vardır.
Aksi takdirde, üretim ve ihracat kaybının yol açtığı istihdam kaybını önümüzdeki aylarda çok daha yakıcı bir şekilde hissedebiliriz. Bugüne kadar işsizliğin yol açtığı sosyal sorunların açılması için uygulamaya konulan sadaka ekonomisi sürdürülebilir limitleri aşmıştır. Bütçe  hane halkına yapılan sosyal amaçlı transferler yüzde 400’den fazla artarak bütçe dengesini alt üst etmiştir. Bunun sonucu  2009 yılının sadece 2 ayında yılın tamamında hedeflenen büyüklüğe yakın bir oranda 10.4 milyar TL’lik bütçe açığı verilmiştir. Hükümetin daha önce açıkladığı ekonomik hedeflerde 2009 yılının tamamı için 13.4 milyar TL bütçe açığı hedefleniyordu. Bu sürdürülemez sadaka ekonomisi ile zorluk içindeki vatandaşa balık vermek yerine balık tutmayı öğretmeli, hatta bunun da bir adım ötesine geçerek, balık endüstrisi devrim gerçekleştirerek bütün vatandaşlarımız geniş sosyal güvenceler altında katma değerli üretim yapabileceği sürdürülebilir bir ekonomik model gerçekleştirmeliyiz.
Kalkınmanın yolu insanı odağa alan; rant ve ithalat yerine üretim ve ihracata dayanan sosyal devlet ilkelerinden geçmektedir.
Daha çok iş, daha çok aş ve daha çok sosyal barış ancak böylesi bir zihniyet devrimi ile gerçekleştirilebilir.
Saygılarımla, Umut Oran

Print Friendly, PDF & Email