Herhalde vatandaşlarımızın çok büyük bir bölümünün zihninde bir Türkiye hayali vardır. Daha iyi, daha müreffef ve yaşanılabilir bir Türkiye… Doğudan Batıya Kuzeyden Güneye Anadolu’nun dört bir yanında ziyaret ettiğim şehirlerde, vatandaşlarımız bu özlemlerini benimle paylaşıyorlar. Bir anlamda hayallerine beni de ortak ediyorlar. Aslında istekleri, arzuları, ortalama standartlara sahip modern bir Dünya vatandaşının sahip olduğu şartlardan fazlası değil. Gelişmiş batı ülkelerinde ortalama bir insan, bizim vatandaşlarımızın özlemini duyduğu standartlarda yaşıyor. Çağdaş bir sağlık, eğitim, güvenlik ve hukuk sistemi; kalkınmış bir ekonomi bu arzulanan yaşamın çerçevesini çiziyor. Ben de, bu özlemlere yürekten katılıyorum. İnsanlarımızın bu taleplerini anlamak için Türkiye’nin bugünkü fotoğrafına bakmak yeterli oluyor.

Bugün Türkiye’de genel itibarıyla sistem sağlıklı işlemiyor, hatta bazı noktalarda çökmüş bir görüntü arz ediyor. Örneğin, üniversite adaylarının tercih dönemine yaklaştıkları bugünlerde sistemin eğitim ayağının işsizler ordusu yarattığını gözlüyoruz. Anaokulundan üniversiteye kadar eğitim sistemimiz, günün gereklerini, ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak bir görüntü çiziyor. Sistemsizlikten kaynaklanan sıkıntılar, sağlık sistemimizde de gözleniyor. Sağlıkta yapılan son yasal düzenleme ile sistem yeni bir belirsizliğe itildi. Bir tarafta iflas eden sosyal güvenlik sistemi, diğer tarafta atıl yatırımları elinde kalan yatırımcılar… En önemlisi de, ödediği onca sigorta primine rağmen yeterli sağlık hizmeti alamayan milyonlarca vatandaşımız.

Çıkış siyasetin yeniden yapılanmasında

Sistemin güvenlik ve hukuk ayaklarına baktığımızda da maalesef moral bozucu bir durumla karşı karşıyayız. Son günlere damgasını vuran hukuki soruşturmaların siyasi olduğuna dair iddialar, 13 aydır hakim yüzü görmeden tutuklu tutulan insanlar hukuk sistemimizin aksaklığını bir kez daha ortaya koydu.

Diğer taraftan ekonomik sistemimizdeki çarpıklıklar, belki de vatandaşımızın her gün doğrudan sıkıntılarını hissettiği birçok sorunun en belirgin kaynağı konumunda. Dünya’nın en büyük reel faizini ödeyen, en fazla cari açığa sahip olan Türkiye ekonomisinde 5 yıldır izlenilen yüksek faiz, düşük kur politikasının artık daha fazla sürdürülemeyeceği daha fazla ortaya çıkıyor. Şimdiden alarm sinyalleri veren ekonominin, düzlüğe çıkabilmesi için 3 yıldır farklı platformlarda dile getirdiğimiz üzere, Türkiye’nin üretim ve ihracat hedefli istihdam odaklı yeni bir ekonomik modele geçmesi gerekiyor.

Sistemin bu temel ayakları dışında kalan unsurları da maalesef umut vaat etmiyor. Siyasetimiz, ülke sorunlarının çözüm müessesesi olmaktan çıkmış, sorun üreten bir nitelik gösteriyor. Ergenekon davası ve AKP’nin kapatılma davasında yaşanan siyasi tartışmalar, bu durumun kanıtlar nitelikte. Bu hukuki tartışmalarla enerji kaybeden siyasetimiz, Türkiye’nin ana meselelerini, sorunlarını ıskalıyor. Partilerin, eğitim ekonomi, güvenlik ve sağlık gibi temel konularda neler söylediğini maalesef tam anlamıyla bilmiyoruz. Kısacası siyaset, halkın önceliklerini dikkate alan bir gündem belirlemek, vatandaşların sorunlarına çözüm önermek bir yana, sürekli olarak ateşe odun taşıyan, toplumun geleceğini tehdit eden bir anlayışla karşımıza çıkıyor. Maalesef bugün Türkiye, siyasetinden bürokrasisine, ekonomisinden hukukuna kadar sistemsizlikten beslenen bir nitelik arz ediyor. Hükümetin sürekli surette propogandasını yaptığı, sanal başarılar ise, toplum nezdinden inandırıcılığını her geçen gün daha fazla yitiriyor. Kısacası, gerçekleri saklamak için balçıkla sıvamak yeterli olmuyor.

Güzel günler göreceğiz Türkiye…

İşte bu noktada Türkiye’nin çıkışının yeni bir siyaset anlayışından geçtiğine inanıyorum. Bu siyaset anlayışı, toplumun farklı sınıflarının, katmanlarının aktif katılımı ile gerçekleşmeli. Türkiye’nin ana sorunlarını gündeme taşımalı, farklı kesimlerin katılımıyla çözüm için çaba sarf etmeli. Bu farklı kesimler, sivil toplum kurumları, demokratik kitle örgütleri aracılığı ile sistemde temsil edilmeli. Toplumun siyasete katılımı için, siyasetin çarpık sistemi yeniden yapılanmalı. Bu katılımcı, demokratik siyasal yapı için öncelikle partiler yasası, seçim sistemi yeniden düzenlenmeli.

Eğer bu büyük değişim için biran önce adım atmaya başlamazsak, sıradan vatandaşımızın, “Burası Türkiye, her an her şey olabilir” sözüyle vecizleştirdiği üzere sistemsizlikten beslenen bir ülke ve toplum görüntüsünden kurtulamayız. Ben vatandaşlarımızla bir araya geldiğim her ortamda, halkımızın Türkiye’nin geleceğine dair hala inançlı olduğunu büyük bir mutlulukla gözlemliyorum. Bu noktada, bu umudu canlı tutmak adına büyük şairimiz Nazım Hikmet’in “Güzel Günler Göreceğiz” şiirinden esinlenerek yazımı tamamlamak istiyorum: Güzel günler göreceğiz çocuklar/Türkiye’yi, çağdaş bir demokrasiye taşıyacağız/Çocuklar inanın, inanın çocuklar/Güzel günler göreceğiz, güneşli günler/ Türkiye’yi kalkınmış bir geleceğe taşıyacağız…
Umut Oran

Print Friendly, PDF & Email