Türkiye, bir garip ülke… Teknik konuları, ya da konuların teknik boyutunu siyasallaştırmakta büyük bir maharet gösteriyoruz. YARGITAY tarafından AKP’ye açılan “ Kapatma Davası “ sonrasında yaşadıklarımız bu duruma bir örnek. Elbette, bu hukuki sürecin sonuçları siyasi olacak. Ancak bu sürecin hukuki olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye’de demokrasinin, bireysel hak ve özgürlüklerin sigortası hukuktur. Hukukun temel ilkelerinden biri de, devam eden bir dava sürecine müdahale etmemektir. Oysa, dava açılması üzerinden geçen 4-5 güne baktığımızda yargı için her gazetede bir mahkeme kuruluyor. Bu noktada yargı sürecine ve kararlarına en fazla saygı göstermesi gereken kesimler, siyasilerdir, kamusal sorumluluğu bulunan  sivil medyadır. Oysa,  sivil insiyatif “ demokrasi “ ve “ ekonomik” istikrar vurgusu ile bu sürece saygı göstermiyor. Bu noktada iki şeyi tekrar hatırlamamız gerekiyor. Hukukun olmadığı yerde demokrasi, demokratik haklar güvence altına alınamaz. Bu nedenle, eğer samimi iseler hukuki sürece en fazla demokrasi konusuna vurgu yapanların saygı göstermeleri gerekiyor.
Ekonomik istikrar iddiaları geçersiz çıktı
Yargı sürecinin ekonomik istikrara darbe vurduğunu iddia eden kesimlerin bu savları bugün itibarıyla doğru çıkmamıştır. Özellikle ABD kaynaklı ekonomik gelişmeler sonucunda, finansal piyasalarımızda bir miktar oynama olsa da ekonomi adına en temel veriler olduğunu düşündüğümüz faiz ve kur verilerinde ciddi bir oynama gözlenmemektedir. Bu konuda son olarak Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğuna inanıyorsak, hukukun kararını açıklamasını beklememiz gerektiğini belirtmek istiyorum. Teknik konuları siyasallaştırma başarısını sadece yargı kararları konusunda değil,  birçok alanda başarıyoruz. TÜİK’in geçtiğimiz hafta açıkladığı yeni milli gelir rakamları bu duruma bir başka örnek. İstatistik gibi son derece teknik bir konuyu dahi hükümet, siyasallaştırmayı başardı. Sanki TÜİK, sihirbazlar misali, ‘hokus pokus’ dedi ve bir istatistiksel illüzyonla milli gelirimiz bir gecede yüzde 31 arttı.  Burada en rahatsız edeci noktalardan biri, hükümetin bu verileri sanki bir ekonomik başarı gibi sunması… Böylece, başbakanın hedef olarak koyduğu 10 bin dolarlık kişi başı gelir hedefine TÜİK’in katkısıyla rekor sürede ulaşmayı başaracağız. Sanki, ekonomik kazanımlar için; reformlar, yapısal düzenlemelere gerek yok… TÜİK’in veri güncellemesi ile bu kazanımları çok daha hızlı ve zahmetsiz elde edebilirsiniz. Hükümetin, bu konuda izlediği iletişim stratejisi bu duyguyu uyandırıyor. Yoksa ekonomiden sorumlu üç bakanın yeni milli gelir verilerinin açıklanmasını izleyen günlerde toplu bir basın toplantısı yapmasının anlamı ne olabilir ki…
Daha önce de güncellemiştik…
Milli gelirde TÜİK tarafından gerçekleştirilen bu güncellemede temel eleştirilerimizin başlıklarını şöyle özetleyebiliriz: Veri güncelleme sürecinin şeffaflığına dair soru işaretleri vardır. Hükümet, temel istatistiki bir konuyu dahi bir başarı olarak sunmaktadır. Verilerin açıklanma tarihi soru işaretlerini güçlendirmektedir.
Bu temel eleştirilerimizi aktardıktan sonra, şimdi de milli gelir güncellemesine dair detaydan kaçtığını düşündüğüm noktaları aktarmak istiyorum…
TÜİK’in geçtiğimiz günlerde açıkladığı güncellenmiş verilere göre, milli gelirimiz yüzde 31 oranında arttı. Bu Türkiye’nin ilk yaptığı güncelleme değil. Örneğin, 1990 yılında yapılan güncelleme ile milli gelirde yüzde 38 oranında bir artış yaşanmıştı. Kısacası, bu hükümetten bağımsız son derece teknik bir konu… Böyle bire konu siyasi malzeme olarak kullanılmamalı.
Türkiye, bu hesaplama ile milli gelirini Avrupa Hesaplar Sistemi’ne (ESA) uyumlu bir şekilde ölçtü. AB sürecine uyumda verililerimizi de AB’ye uyumlu hale getirmiş olduk. Aslında TÜİK, 2005 yılında ESA sistemine geçmeye çalışmış ancak başaramamıştı. Demek ki, TÜİK ülke ekonomisindeki olumsuz gidişat karşısından elini biraz daha çabuk tutarak vatandaşlara moral vermeyi hedefledi.
Yunanistan’ın yanlış hesabı düzeltildi, bizimkini kim düzeltecek?
Aslında ESA sistemine göre verilerini güncelleyen tek ülke Türkiye değil. Örneğin, Yunanistan ESA yöntemini 1.5 yıl önce uygulamaya geçirmiş ve bu sayede milli geliri yüzde 25 oranında artmıştı. Ancak, AB İstatistik Ofisi (Eurostat) geçtiğimiz yılın ekim ayında yaptığı açıklamada Yunanistan’ın milli gelirindeki artışın yüzde 25 değil yüzde 10 olarak belirlenmesi kararı verdi. Şimdi soru şu: Eurostat Türkiye’deki milli gelir artışı revize eder mi? Yanıt; hayır. Türkiye, AB üyesi olmadığı için onaya ihtiyacı yok. Ancak içinizi rahatlatacaksa, TÜİK, yeni milli gelir hesaplaması yaparken Eurostat ile birlikte çalışmış.
Ancak ölçümde gariplikler devam ediyor. ESA, milli gelir hesaplarında ‘doğrudan bilgi alma yoluyla yapılmasını öngörüyor. Ancak TÜİK, doğrudan bilgi almanın mümkün olmadığı yerlerde dolaylı yöntemlerle bilgi almaya devam edecek. Kayıt dışının bu kadar yüksek olduğu ülkemizde doğrudan bilgi almanın mümkün olduğu yerlerin ekonomimizin toplamı içerisinde ne kadar bir büyüklüğe karşılık geldiği ciddi bir soru işareti.
Muhalefete sorumluluğunu hatırlatmalıyız
Eğer, Türkiye ekonomisinin düzlüğe çıkmasını istiyorsak, vatandaş olarak sorumluluklarımızı hatırlamalıyız. Gelişmiş demokratik ülkelerde olduğu gibi, vatandaşlık sorumluluğunu sadece beş yılda bir oy vermekle sınırlı görmemeliyiz. Örneğin, TÜİK’in son açıkladığı milli gelir rakamlarının şeffaflığı konusunda şüphemiz varsa bu tepkimizi ilgili kuruma iletmeliyiz. Bu noktada eleştirilmesi gereken bir başka önemli konu da muhalefetin tutumu… TÜİK verileri konusunda hiçbir ciddi teknik eleştiri duyamıyoruz. Oysa, TÜİK’in bu konuda üç yıldır çalıştığı biliniyor. Yetersiz muhalefet sadece milli gelir rakamları konusunda değil, ekonomiyle ilgili neredeyse bütün konularda gözleniyor. İşçi, işveren, memur, özel sektör yöneticisi gibi toplumun bütün kesimlerinin feryat ettiği, milyonların sokağa döküldüğü bir ortamda muhalefetin etkinliği son derece sınırlı…. Vatandaş olarak bu noktada da muhalefete görevlerini anımsatmalıyız.

Print Friendly, PDF & Email