Türkiye Cumhuriyeti devleti, kurucu kadrolarımızın hayal ettikleri istikametten tamamen çıkmış ve pek çok alanda 1919 koşulları yaşanır olmuştur. Nerdeyse her gün dünyanın bir köşesinde Türkiye’ye dair olumsuz görüşler dile getirilirken memleketi yöneten iktidar bloğunun olayları doğru kavrayamadığı da her geçen gün anlaşılmaktadır. İçinde bulunduğumuz bölge; Irak’tan Suriye’ye, Ukrayna’dan Mısır’a kadar farklı seviyelerde kan ve gözyaşının esiridir. Ve yakın gelecekte özel anlamda Ortadoğu’nun genel anlamdaysa geri kalmış ülkelerin kaderi değişmeyecektir.

Oysa dünyanın gelişmiş ülkeleri için gidişat tam tersidir. 50 yıl önceyle kıyaslandığında gelişmiş ülkelerle geri kalmış ülkeler arasındaki fark kat be kat artmıştır ve değişimin hızı gelişmiş ülkelerden yanadır. Artık her şeyin hızla değiştiği ve bilginin belli ülkelerin tekeline girdiği bir dünyada geçmişin alışkanlıklarıyla edilen her söz anlamını yitirmektedir. Zira sözün ağızdan çıkıp kulaklara ulaşmasına kadar geçen kısa sürede bile teknoloji yeni teknolojileri, bilgi de yeni bilgileri üretmektedir.

Bu bağlamda Türkiye’nin sadece doğru yolu bulması değil aynı zamanda gelişmiş dünyayı yakalamak için de yüksek bir hıza ulaşması gerekmektedir. Bunun yoluysa ortak aklı egemen kılmak, kurumsallaşmanın önünü açmak, devleti her anlamda planlamanın bir parçası yapmak ve elbette milli bir politika oluşturmaktır. Hiç şüphesiz ki sen-ben kavgasına devam etmek, partizanlıkta ısrar etmek, adalet talep edenlerle darbecileri aynı cümle içinde kullanmak gibi yöntemler “oy getirici” olsalar bile Türkiye’nin çıkarına değildir. Dünyanın hızına yetişebilmek için çok da zamanımız yoktur.

O halde idrak ettiğimiz Ramazan aynına yakışır bir şekilde hayata bakışımızı gözden geçirmek ve harekete geçmek gerekmektedir. Örneğin oruç tutmanın aç kalmak demek olmadığını, asıl olanın her anlamda nefsi terbiye etmek olduğunu kavramış bir Müslüman için Ankara’dan başlayıp İstanbul’a doğru devam eden barışçı bir yürüyüşe hakaret etmek kabul edilir olmamalıdır. Ya da Ramazan ayında olmamıza rağmen iktidar sahiplerinin kibir dilinden vazgeçmemeleri yadırganmalıdır. Aksi durumda ibadetlerin maksadının “iyi insan yaratmak” olduğu fikri de anlaşılmamış olacaktır.

Oysa Türk milletinin her zamankinden daha fazla anlamaya, ortak aklı hâkim kılmaya ve çevremizi saran ateş çemberine dair uyanık olmaya ihtiyacı vardır. Milletimizin beka sorunuyla karşı karşıya olduğu bu dönemde birlik olmaktan başka çare yoktur. Bu itibarla Ramazan Bayramının başta Türk milleti olmak üzere tüm ezilenlere barış, huzur, demokrasi ve adalet getirmesini diliyor, bayramınızı en içten duygularla kutluyorum.

Dayanışma duygularımla,

Umut Oran

Print Friendly, PDF & Email