Küresel finans sistemi, yıkıcı bir dönüşümden geçiyor. Yüzyıllık bankalar batıyor. Dünya’nın en büyük finans kuruluşları fiili anlamda devletleştirilerek kurtarılıyor.  ABD hükümeti, krizin derinleşip yayılmasını engellemek amacıyla 700 milyar dolarlık bir yardım paketi hazırlıyor. Ancak bazı uzmanlar, bu paket devreye girse dahi sistemde kalıcı bir iyileşme gerçekleşmeyeceğini savunuyor. Özetle, Dünya ekonomisinin ritmi bozuldu ve maalesef bu er ya da geç Türkiye’ye de sıçrayacak. Bu kadar ciddi risk faktörlerinin sözkonusu olduğu bir ortamda hükümetin yaklaşımı gerçekten de düşündürücüdür. Aylardır yukarıda aktardığım ekonomik süreç adım adım ilerlerken Başbakan, yolsuzluk iddialarını dile getiren medya ve muhalefete saldırmakla Türkiye’nin çok değerli zamanını harcadı.
Bu borç nedeniyle mutlaka etkileniriz
En sonunda Başbakan ve ekonomi kurmayları, geçtiğimiz hafta ekonomideki gelişmeleri değerlendirmek amacıyla basının karşısına çıktı ve soruları yanıtladı. Açıklamaları ve verdiği yanıtları endişelerimizi daha arttırdı. “Küresel kriz Türkiye’yi asgari etkileyecektir” sözleri Başbakan’ın yaşanmakta olan sürece yönelik bakışını özetlemekte ve bizi de endişelendirmektedir. Bu noktada, 2007 sonu itibarıyla Türkiye’nin toplam dış borcunun GSYH’sına oranının yüzde 37 gibi rekor düzeyde olduğuna, toplam dış borcunun bu yılın ilk çeyreğinde 262 milyar dolara yükseldiğine dikkat ettiğimizde, Türkiye’nin bu krizden nasıl etkilenmeyeceğini anlamakta güçlük çekiyoruz. OECD Genel Sekreteri’nin geçtiğimiz hafta Türkiye ekonomisine dair yaptığı; Türkiye ekonomisindeki en önemli kırılganlık faktörünün dış borçlar olduğunu aktarması bu görüşümüzü teyit etmektedir. Yine Dünya’nın gelmiş geçmiş en önemli ekonomistlerinden Prof. Dr. Steve Hanke’nin, “Ekonomik anlamda Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için karanlık dönem yeni başladı çünkü ABD Merkez Bankası’nın faizleri yükseltmesiyle birlikte bu ülkelerdeki finansal yatırımların kesilecek.” Sözleri endişelerimizi güçlendiriyor.
İhracat pazarlarımız krizin etkisi altında
Yine Türkiye ekonomisinin en zayıf makro göstergesi konumundaki cari açıkta da olumlu bir gelişme gözlenmiyor. Başbakan’ın cari açığın finansmanının kalitesinin arttığı söylemi gerçeği yansıtmamaktadır. 2006 yılında toplam cari açığın yüzde 38’i borçlanma ile finanse edilirken bu yıl bu oran yüzde 70’e yükseldi. Kısacası cari açığın finansman kalitesi son 2 yılda dahi ciddi şekilde bozulmuş durumda. Diğer taraftan bir ülke adına cari açıkla mücadelede en önemli silahın ihracat olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, başta Batı ekonomileri olmak üzere genel olarak Dünya ekonomisinde yaşanan yavaşlama ihracatımız açısından büyük bir tehdit oluşturuyor. Başbakan’ın bu noktada yaptığı, ihracatçıların geçtiğimiz yıllarda pazarlarını çeşitlendirdiği ve bu nedenle de ihracatımızın ciddi şekilde etkilenmeyeceği açıklaması da ikna edici değildir. Çünkü 2008 yılının ilk yarısı itibarıyla Türkiye ihracatının yüzde 50.6’sını AB ülkelerine gerçekleştirdi. ABD ve Rusya gibi ülkelere yapılan ihracatımız da eklediğimizde Türkiye’nin toplam ihracatının yaklaşık yüzde 60’ının uluslararası ekonomik krizden birinci derecede etkilenen ülkelere gerçekleştiği görülüyor.
Başbakan Erdoğan bir başka ekonomik çarpıtmayı da ekonomik büyüme konusunda yapıyor. 2002 yılında 230 milyar dolar olan GSYH’nin 2007’de 657 milyar dolara yükseldiğini vurgularken, aynı zaman aralığında Merkez Bankası’nın döviz kuru hesabına göre TL’nin yüzde 40 değerlendiğini ‘pas’ geçiyor. Kur etkisinden arındırılmış bir hesaplamaya göre GSYH, 469 milyar dolara inecektir. İşte bu, vatandaşın, çalışanın, üreticinin, sanayicinin “Büyüme bize yansımadı…” söyleminin haklı gerekçesidir. Geçtiğimiz pazartesi günü gerçekleşen toplantıda Başbakan’ın vurguladığı bir başka önemli ifade de “Kişisel olarak faizlerin bir miktar daha düşürülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak Merkez Bankası aynı görüşte değil.” yönündeki açıklamalarıydı. Maalesef Başbakan’ın bu açıklamasını da inandırıcı değil. Yukarıda aktardığım üzere Prof. Dr. Steve Hanke gibi birçok uzmanın görüşü, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde faizleri düşürmenin önümüzdeki dönemde daha da zor olacağı yönünde.
Başbakan’ın yaptığı açıklamaları, son derece iyimser buluyoruz. Ancak bu iyimserlik somut olgulardan değil, gerçeklerin çarpıtılmasından besleniyor. Herhalde hükümetin mevcut küresel finans krizine yönelik yaklaşımının en somut sonucu, hükümetin herhangi ciddi bir ekonomi politikasının olmadığının açığa çıkması oldu. AKP hükümeti, büyük ölçüde bir önceki hükümetin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş tarafından hazırlanan ekonomiye sadık kalmıştır. AKP hükümeti, 2006 yılında teklemeye başlayan ödünç programın yerine özgün bir program koyamamıştır. Yaşadığımız küresel ekonomik kriz ortamında Başbakan’ın gündemi ve izlediği strateji düşündürücüdür. Bütün Dünya’nın derinleşmekte olan krizi tartıştığı bir ortamda Başbakan, hedefine medyayı yerleştirmiş ve her fırsatta saldırmıştır. Bu ortamda Başbakan yolsuzlukların üzerine gitmek yerine, bu gerçekleri haberleştiren medyaya saldırmıştır. Bu olsa olsa; çatışmadan beslenen bir parti başkanının söylemi olur. Oysa tıpkı bir doktor gibi ekonomimizin sorunlarını dikkatli bir şekilde teşhis-tetkik ve tedavi edecek gerçekçi bir başbakana ihtiyacımız var.
Saygılarımla,
Umut Oran
İş İnsanı / CHP üyesi

Print Friendly, PDF & Email