Değerli okurlar isterseniz, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durumun hızlı bir fotoğrafını çekelim. Hükümet yılbaşında yüzde 4 enflasyon hedefini açıklamıştı. Bugün Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon öngörüsü yüzde 12…Temmuz ayında açıklanan verilere göre, enflasyon son 4.5 yılın zirvesinde. Haziran ayı itibarıyla 1 yıllık cari açık 45.7 milyar dolar gibi rekor bir seviyede. Yılın ilk 3 ayında işsizlik yüzde 11.6’ya yükseldi. İş aramaktan umudunu kesenlerin ve mevsimlik işçilerin de dahil edilmesiyle bulunan gerçek işsizlik oranı ise yüzde 20’yi aştı. Kısası Türkiye’nin ekonomik fotoğrafı oldukça karamsar… Özel sektörün dış borcu, dış ticaret açığı, rekabetçilik endeksi gibi diğer verileri de paylaşarak resmi daha da karartmak yerine, bu sorunların yapısal kaynaklarına inelim ve alternatif bir kalkınma modeli tartışalım.
Yukarıdaki rakamlar, Türkiye’nin 6 yıldır izlediği ‘yüksek faiz, düşük kur’ politikasının iflas ettiğinin ilanıdır. 5 yıldır, bu politikanın, sanayisiz, istihdamsız, borçlu büyümeye yol açtığını söyledik. Artık son 1 yıldır, bu politikanın bunca bedele karşın büyüme dahi sağlayamadığı ortaya çıkmıştır. İşte, Türkiye’nin yaşadığı güncel sorunların temelinde böylesi yapısal strateji hatası bulunmaktadır.
Yapısal sorunları yapısal çözümlerle aşarız
Bu noktada, biz bu yapısal sorunun çözümü adına yapısal bir öneride bulunuyoruz. Türkiye’nin, sektörel ve bölgesel rekabet odakları yaratmayı hedefleyen yeni bir kalkınma politikası uygulaması gerektiğini savunuyoruz. Bu kalkınma stratejisi, bölgelerin ve sektörlerin niteliklerini dikkate alarak ‘çoklu taktik adımlara’ izin veren bir zihinsel çerçeveye sahip olmalıdır. Bu önerimizin gerekçeleri Türkiye’nin şu yapısal sorunlarından kaynaklanmaktadır: Türkiye, ekonomik anlamda sağlıksız bir şekilde dört ilde yoğunlaşmaktadır. İstanbul, Kocaeli, Ankara ve İzmir, Türkiye’de toplanan vergilerin yüzde 80’ini sağlamaktadır. İSO 500 listesine, 39 ilimizden herhangi bir şirket girememektedir. Anadolu’da 15 il ise, İSO 500 listesine birer şirket ile girebilmektedir. Bu durum Türkiye’nin yarısında kayda değer bir ekonomik üretimin bulunmadığını işaret etmektedir. Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri’ndeki 21 ilde kişi başı gelir Türkiye ortalamasının yüzde 45’i düzeyindedir. Bu 21 ilde kişi başı gelir ortalaması, Türk sanayicisine adres olarak gösteren Mısır’ın sadece yüzde 30 üzerindedir. Özetle Türkiye’nin bir bölümü Avrupa standartlarında üretirken, bir bölümünde yaşam ve üretim standartları Mısır düzeyinde kalmaktadır. Böylesi, bir ‘dual ekonomi’de her bölgeye aynı kalkınma modelini uygulamak mümkün değildir. Bölgesel rekabetçilik ancak, bölgesel gerçeklikleri dikkate alarak sağlanabilir.
Niteliksiz işgücünü nerede istihdam edeceğiz?
Diğer taraftan, Türkiye işgücü profili anlamında da büyük bir çeşitlilik göstermektedir. İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropollerin merkezlerinde Batı ülkeleri ile kıyaslanabilecek bir işgücüne erişmek mümkün iken, büyük şehirlerin varoşlarında ve Anadolu’da, eğitim ve iş yetkinlikleri açısından maalesef Mısır, Hindistan düzeyinde bir işgücü ile karşılaşıyorsunuz. Rakamlar da bu durumu teyit ediyor. ILO ve OECD verilerine göre, 25 yaşın üzerindeki nüfusun ortalama eğitim yılı Türkiye’de 4.8 yıl. Bu rakam Hindistan’la aynı düzeyde, Çin’deki 5.7 yılın ise altında. Ortalama eğitim süresinin bu kadar düşük olduğu bir ülkede, emek yoğun sektörlerden çıkmayı tavsiye edenlerin, acilen bu kadar eğitimsiz işsizin nerede istihdam edileceğini sorusunu yanıtlaması gerekmektedir.
Sanayicinin ayağındaki prangaları çözün…
Türkiye, yüzde 20’lere ulaşan işsizlikle mücadele etmek, eğitimsiz nüfusuna iş bulmak adına az gelişmiş bölgelerde emek yoğun sektörleri desteklemelidir. Bu olguya rağmen, Türk sanayicisi, üreticisi, Dünya’daki rakipleri ile kıyaslandığında oldukça olumsuz rekabet şartları içinde mücadele etmektedir. Birkaç örnek rakam… Türkiye OECD ülkeleri arasında en pahalı sanayi elektriğini kullanan üçüncü ülkedir. Sadece 2008’de sanayi elektriğine yapılan zam yüzde 36’dır. Yine Türkiye en pahalı sanayi doğal gazını kullanan ikinci ülkedir. Sadece 2008’de yapılan zam yüzde 33’tür. Türkiye OECD ülkeleri arasında sanayi elektriğine yüzde 22 oranı ile en yüksek vergi uygulayan birkaç ülkeden birisidir. İşte Türk sanayicisi, bu olumsuz şartlara rağmen 10 milyarlarca dolarlık ihracat yapmakta, milyonlarca vatandaşımıza istihdam sağlamaktadır.
Yukarıda anlattığımız üzere Türkiye’de yapısal anlamda bölgeler arasında büyük gelişmişlik farklılıkları vardır. İşgücü niteliği bazı bölgelerde oldukça yüksek bazı bölgelerde ise oldukça düşük bir düzeydedir. İşgücünün ortalama kalitesi oldukça düşüktür. Bu ortamda, Türkiye, bölgesel ve sektörel unsurları dikkate alan bir kalkınma stratejisi izlemelidir. Hedef, Dünya ile rekabet edecek sektörel ve bölgesel rekabet odakları yaratmak olmalıdır.
Doğu&Güneydoğu Anadolu bir rekabet odağı olabilir…
Hazır giyim sektöründe yıllarca sivil toplum önderliği yapmış bir sanayici olarak, sektörün rekabetçiliğini baltalayan engeller kaldırıldığı takdirde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nin tekstil hazır giyim sektöründe küresel bir rekabet merkezi olacağına inanıyorum. Aynı şekilde bir başka bölgemiz, hatta ilimiz de farklı bir sektörde (tarım, turizm, hayvancılık, gıda) rekabet odağı olabilir.
Bunun için acil atılması gereken adımlar arasından birkaçı şöyle sıralanabilir: İstihdam üzerindeki vergiler sınırlandırılmalı ya da bazı bölgelerde asgari ücret vergiden muaf tutulmalı, bazı bölgelerde de asgari ücret kaldırılmalı arz ve talep bu ücreti yerel bir kontrol doğrultusunda belirlemeli ve  enerji maliyetlerinde OECD ortalamasına geçilmelidir. Bölgeye taşınacak sanayiciye taşınma maliyetleri için uygun koşullarda kredi sağlanmalı… Bu adımlar atıldığı takdirde, bugün hiçbir kayda değer üretim gerçekleştirmeyen, ulusal ekonomiye katkısı ihmal edilebilecek düzeyde olan Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri, küresel pazarlardaki rakipleri ile başa baş mücadele eden birer rekabet odağı haline dönüşecektir.
Son söz olarak; Ulu Önder Atatürk’ün söylediği gibi “Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonrada istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.” Dolayısıyla, üreterek ve çok çalışarak kalkınabileceğimizi aklımızdan biran bile çıkarmamalıyız.
Saygılarımla,
Umut Oran
İş İnsanı / CHP Üyesi

Print Friendly, PDF & Email