4 Kasım 2008 tarihinde gerçekleşecek ABD Başkanlık seçimleri şimdiden Dünya kamuoyunun dikkatini çekmeyi başardı. Gerçekten de politik, askeri ve ekonomik anlamda Dünya’nın bir numaralı ülkesi konumundaki ABD’de yaşanacak gelişmeler neredeyse yeryüzündeki bütün insanları öyle ya da böyle bir şekilde ilgilendiriyor. Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı John McCain’in Vietnam’da 5 yıl esir kalmış bir savaş gazisi olması, Demokrat Parti Başkan adayı Barack Obama’nın bugüne kadarki ilk siyah başkan adayı olması, geçtiğimiz günlerde başkan adaylığı yarışını kaybeden Hillary Clinton’un ABD’nin eski başkanlarından Bil Clinton’un eşi olması, gazete manşetlerinden gözümüze ilk çarpan noktalardı. Ancak, adayların izledikleri kampanyaların detaylarına inildiğinde, daha önceki başkanlık seçimlerinde gözlenmeyen çok ilginç unsurlarla karşılaşıyoruz. Dünyanın muhtemelen bu en zorlu siyasal yarışında Türk siyaseti açısından da çıkarılabilecek derslerin bulunduğunu düşünüyorum. Bu çerçevede dikkat çekici başlıca noktaları paylaşmak istiyorum…-   Barack Obama, sınırlı sayıda zengin iş adamının ve şirketin bağışlarına güvenmek yerine milyonlarca sıradan ABD vatandaşının gerçekleştirdiği küçük bağışlara dayanan bir kampanya stratejisi izledi. Kampanya için ihtiyaç duyduğu finansal kaynağın çok büyük bölümü, 100 doların altında bağış yapan ve sayıları 1.5 milyon dolayındaki muazzam bir destekçi kitlesi tarafından sağlandı. Geleneksel olarak ABD’de siyasal kampanyalar, sınırlı sayıdaki zengin iş adamı ya da şirketin sponsorluğunda gerçekleşiyor. Bu nedenle Amerikalı siyaset uzmanları, Obama’nın başarısını ABD demokrasisi açısından büyük bir kazanç olarak değerlendiriyor. Bu başarının, ABD seçimleri üzerinde yapısal bir değişime yol açacağını savunuyorlar.
Barack Obama’nın bu yıl topladığı bağışların aylık ortalama büyüklüğü 30-50 milyon dolar arasında seyretti. Bağışların yaklaşık yüzde 80’i internet üzerinden yapıldı. Örneğin, geçtiğimiz şubat ayında toplanana 55 milyon dolar büyüklüğündeki bağışın 45 milyon doları internet üzerinden gönderildi. Bugün destekçileri tarafından Obama için; Facebook, You Tube ve MySpace gibi sosyal network ve bilgi paylaşım sitelerinde açılmış binlerce sayfa, e-grup ve web dosyası bulunuyor. Diğer taraftan özellikle Demokrat Parti başkan adaylığı yarışının 17 ay sürdüğünü, adayların bu süreçte ABD’nin bütün eyaletlerinde yarıştığını unutmamak gerekiyor. Bu sistem sayesinde adaylar, başkan adayı olabilmek için 17 ay süresince her gün kamuoyu önünde hesap verdi, delegeler tarafından oylandı, yoğun stres altında liderlik kapasiteleri gösterdi. Bu tablo karşısında ülkemizdeki parti sultasını, liderler demokrasini hatırlamamak ve bu nedenle üzülmemek mümkün değil. Son olarak Demokrat Parti Başkan adayı Senatör Barack Obama’nın kişisel niteliklerine de dikkat çekmeliyiz. Obama, ABD tarihindeki ilk siyah başkan adayı… Baba tarafından siyah olan, çocukluğunda Endonezya’da kısa bir süre için de olsa medrese eğitimi alan Obama, kişisel yetenekleri sayesinde ABD’nin en iyi üniversiteleri Columbia ve Harvard’ta eğitim şansı yakalıyor. Çok başarılı bir profesyonel hayatın ardından siyasette hızla yükseliyor. Obama’nın ABD Başkan adaylığı şansını yakalamış olması dahi, Bush yönetimi döneminde ABD’nin yerlerde sürünen imajına olumlu katkı yapıyor. Obama’nın adaylığı ile Dünyaya verilen mesaj oldukça basit ve güçlü: “Eğer yetenekli ve başarılı iseniz, etnik kökeniniz veya sosyal sınıfınız ne olursa olsun ABD’de en tepeye çıkma şansını yakalayabilirsiniz.” Ülkemizde ise temel demokrasi sorunları dahi aşılamadıABD’de böylesi çarpıcı ve demokratik bir seçim kampanyası yaşanırken Türkiye’de siyasal sistem ve partiler en temel demokrasi sorunlarını dahi aşabilmiş değil. Bu nedenle ABD’deki seçim kampanyaları deneyiminden ­Türkiye’nin, siyasetçilerimizin ve siyasi partilerimizin çıkarmaları gereken bir dizi ders olduğunu düşünüyorum. Öncelikle Türkiye’de gerçek demokrasinin işlemesi için seçim yasası ve siyasi partiler yasasının değişmesi gerektiğini belirtmeliyim. Bu değişim ile yerel teşkilatlara, sıradan parti üyelerine, partilerinin siyaset yapım süreçlerine aktif olarak katılma şansları sunulmalı. Partilerin bütün üyelerinin, partide farklı görevlere talip olma, istedikleri adayı seçme özgürlükleri sözde değil, özde olmalı. Pati üyelerinin, delegelerin, milletvekillerinin kendi adaylarını seçme fırsatı sağlanmalı. Türkiye’de siyaset ile ilgilenen herkes biliyor ki sıraladığım bu özgürlük ve haklar maalesef ülkemizde fiili olarak uygulanmıyor. Diğer taraftan bir başka sıkıntı da parti liderleri ve yöneticilerinin, partilerinde oluşturdukları sağlıksız yapı ile görev sürelerini kendilerinin tayin ediyor olmaları. Gelişmiş ülkelerden farklı olarak, seçim kayıpları, başarısızlıklar onları koltuklarından kıpırdatmaya yetmiyor. Bu bağlamda “Ne zaman adam oluruz?” sorusuna şu basit yanıtı verebilirim: “Parti liderleri, ilgili görevlerinde kalma sürelerini kendi iradeleri ile kısıtladıkları zaman…”
 
 
 
 
 

Print Friendly, PDF & Email