Dümen, gemilerde hedeflenen istikamette doğru yol almak için kullanılır. Eğer denizde dalga yoksa, kaptanın yetkinliğini ölçmek güçtür. Öyle ya da böyle, istenilen hedeflere ulaşamasanız da yol alırsınız. Gemi içindekiler, karaya oturduklarını görünceye kadar durumun vahametini anlamazlar. Ancak, dalgalı denizlerde, hedefe ulaşmak bir yana istikrarlı bir şekilde yol almak için dahi, dümenin ehil ellerde olmasına ihtiyaç vardır. Bu metaforda, küresel ekonomiyi denize; Türkiye ekonomisini de gemiye benzetebiliriz. Son beş yıl, küresel ekonominin sakin sularında Türkiye ekonomisi, kaptanın neredeyse hiçbir stratejik müdahalesine gerek kalmadan dünya ekonomisine paralel bir şekilde büyüdü. Ancak, artık geçmişin sakin denizi söz konusu değil ve biz bu ortamda dümenin başındaki kaptana güvenemiyoruz.
Küresel ekonomi ve finans çevreleri ABD ekonomisinin bir resesyona girdiğini, küresel ekonominin de bir istikrarsızlık sürecine girdiğini vurguluyor. En son Uluslararası Para Fonu (IMF) Para ve Sermaye Piyasaları Bölüm Başkanı Jaime Caruana, küresel mali krizin uzun süre devam edeceğini; ABD’deki kredi sıkışıklığının Avrupa’da da görülmesinin olası olduğunu belirtti. Geçtiğimiz haftalarda ABD Merkez Bankası (FED) bankaların dışındaki yatırım şirketleri ve aracı kurumlara borçlanma imkanı sunma kararı aldı. FED, bunu en son 1929 yılında yaşanan büyük ekonomik buhranda yapmıştı. Finansal krizle paralel olarak, reel ekonomide de sorunlar başgöstermeye başladı. Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, gıda fiyatlarının son 3 yılda ikiye katlandığını; bunun sonuıcunda yoksul ülkelerde geliri düşük 100 milyon insanın açlık tehlikesi ile karşı karşıya kaldığını açıkladı.
“Deniz bitti!” dememek için…
Kısacası deniz dalgalı ve bu dalgalar Türkiye ekonomisini de sarsıyor. Çünkü, geminin dümeninde yön çizen bir kaptan yok. Bu durum nedeniyle Türkiye ekonomisinde yaşanan savrulmalardan birkaç  örnek seçelim. Sıcak para olarak tabir edilenen borsa ve DİBS’teki (devlet iç borçlanma senedi) yatırımlar incelendiğinde yabancı yatırımcıların bu yatırım araçlarında değerlendirdikleri portföylerinden son 3 ayda 16 milyar dolar çektikleri görülüyor. Son 5 yılda düşük kur yüksek faiz politikası sonucunda büyük karlar elde eden yabancı yatırımcılar, Türkiye’nin hala dünyada en fazla reel faiz veren ülke olması gerçeğine rağmen Türkiye ekonomisine güvenmedikleri için yatırımlarını ülkemizden çekiyorlar. Yine geçtiğimiz günlerde uluslararası yatırım bankası Goldman Sachs, “Türkiye’de dolar 1.40 YTL olacak, alım yapın” önerisinde bulundu. Citigroup da kurlarda yükseliş beklediğini açıkladı. Diğer taraftan, yılın ilk 3 ayında enflasyon oranı yüzde 3.09 çıkarak 2008 hedefinin de tutturulamayacağını ortaya koydu. İşte bu ortamda, işin acı tarafı hükümetin ekonomiyi nasıl rayına sokacağına dair inandırıcı bir önerisi, programı yok. Kısacası dümende kaptan yok.
Son 5 yılda, sivil toplum lideri kimliğimle farklı platformlarda ekonomiye dair görüşlerimi aktarma fırsatı buldum. Genel itibarıyla, bu toplantılarda, yüksek faiz düşük kur politikasının sürdürülebilir bir politika olmadığını; üretici ve ihracatçının rekabet gücünü aşındırdığını, bunun sonucunda da işsizliğin dizginlenemediğini vurguladım. Bu noktada biran önce, istihdam odaklı, ihracat hedefli bir kalkınma stratejisine geçmemiz gerektiğini anlattım. Eğer bunlar yapılmazsa, ekonominin karaya oturacağını söyledim. Maalesef, bu görüşlerimiz dikkate alınmadı. Bugün geldiğimiz noktada ise, Türkiye’de ekonomi yönetiminin günü kurtarma çabasında olduğunu görüyoruz. Umarım deniz bitmeden, biran önce reel ekonomiye dayanan gerçekçi bir kalkınma modeli gündeme alınır.

Print Friendly, PDF & Email