Türkiye olarak yeni bir kalkınma hamlesi gerçekleştirmek için, yeni bir bakış açısına ihtiyacımız var. Hz. Mevlana’nın “Dünle beraber gitti, cancağızım, Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni bir şeyler söylemek lazım.” sözü bu yaklaşımı özlü bir şekilde ifade ediyor. Artık geçmiş dönemde izlediğimiz kalkınma modelleri Türkiye’nin ihtiyacı olan atılımı sağlamıyor.
Önümüzdeki dönemde Türkiye’ye faydalı bir teşvik politikası izlemek ve bunun için gerekli düzenlemeleri yapmak istiyorsak, öncelikle son dört yıldır 49 ili kapsayacak şekilde uygulanan teşvik kanununun pek bir işe yaramadığını kabul etmemiz gerekiyor. Dünyada hiçbir başarılı benzeri olmayan bu teşvik uygulaması, önümüzdeki dönemde çıkarılacak olası bir teşvik kanununda neleri yapmamamız gerektiğini işaret ediyor. Diğer taraftan, “Nasıl bir teşvik kanunu uygulayalım?” diye sorulacak olursa, “Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok” derim. Gerçekten de bugün, ABD’den Çin’e kadar farklı dönemlerde uygulanan ve başarıya ulaşan teşvik kanunlarında ana yaklaşım “Bölgesel kalkınma, sektörel kümelenme…” AB (Avrupa Birliği) ve UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) gibi kurumların, bugün kullandığı ana kalkınma modeli kümelenme… Yaklaşık 3 yıl önce Adıyaman’da uygulamaya başladığımız “sektörel kümelenme” modelinde elde ettiğimiz sonuçlar bu yaklaşımın Türkiye’de de başarıyla uygulanabildiğini işaret ediyor. Sonuç ortada; 3 yılda Adıyaman’da tekstil – hazır giyim sektöründe 36 yeni fabrika hizmete girdi; 6 bin 500 kişiye yeni iş olanağı sağlandı.
Seri üretim değil terzi işi
Öyleyse, gelin bölgesel kalkınma, sektörel kümelenme yaklaşımının dünyadaki gelişimine bakalım. Öncelikle bölgesel kalkınma modelinin başarısındaki şu basit felsefenin altını çizmek gerekiyor: Artık bugünün dünyasında her sektör, iş kolu belirli bölgelerde gelişmiş durumda veya gelişme potansiyeline sahip… Bu nedenle de; bütün bir ülkeye aynı kalkınma yaklaşımını uygulamak yerine, bölgelerin kendi gerçeğine ve potansiyeline dayalı olarak her bir bölgeye ayrı özel bir kalkınma modeli uygulamaya ihtiyaç var. Bir anlamda her bölgeye aynı üniformayı giydirmek yerine bölgelere özgü terzi işi elbise dikilmesi daha başarılı sonuç veriyor.
Kümelenme modeli ise, büyük ölçüde bölgesel kalkınma modeli ile paralel ilerliyor. Çünkü belirli bir coğrafi alanda, belirli bir sektörün ya da işkolunun geliştirilmesini, rekabetçiliğini artırmayı hedefliyor. Kümelenme modelinde belirli bir bölgede, aynı ürün ya da hizmetin üretilmesi sürecinin farklı noktalarından yer alan şirket ve kurumların aralarındaki işbirliğinin artırılması sağlanıyor.
Kümelenmenin gücü doğallığında
Aslında geçmişi yüzyıllarca eskiye dayanan ve bu süreçte doğal olarak gelişen bir olgu olan kümelenme yaklaşımı, ilk olarak 1990’lı yılların sonlarına doğru Harvard Üniversitesi’nden Prof. Dr. Michael Porter tarafından teorileştirildi. Aslında Türkiye’de ve dünyada örneklere bakıldığında kümelenmenin ne kadar gerçekçi bir altyapıya sahip olduğu görülüyor. Örneğin, matbaa makinelerinin Almanya ile, saat üretiminin İsviçre ile, yayıncılık sanayinin Londra ile, deniz taşımacılığının Norveç ile özleşmesi, belirli üretimlerin doğal olarak belirli bölgelerde yoğunlaştığını ortaya koyuyor. Türkiye’de de birçok örnekte kümelenmenin izlerini yakalamak mümkün. Otomotiv üretiminin Bursa’da, havlu bornoz üretiminin Denizli’de, deniz taşımacılığının Karadeniz’de yoğunlaşması bu kümelenme yaklaşımı ile açıklanabiliyor. Geçmişte ulaşım araçlarının bugünkü kadar yaygın olmaması bir malın üretim zincirinde yer alan bütün halkaların aynı bölgede yer almasını gerektiriyordu. Öte yandan özellikle koloni ekonomilerini yönetmek için üretimde uzmanlaşmak ve tedarik zincirinin etkinleştirilmesinin zorunlu olması doğal bir kümelenmeyi gerekli kılıyordu.
Geçtiğimiz 50 yıl gibi endüstrileşmenin nispeten yakın tarihine baktığımızda, sanayi yatırımlarında vergi avantajı, yatırımın yapılacağı arazinin uygun şartlarda bulunması gibi teşvikler sağlandığını görüyoruz. Bu durum dağınık bir sanayi yapılanmasını yarattı. Fakat son yıllarda artan rekabet koşulları, üretim zincirinin yeniden bir arada olmasını avantajlı kıldı. Bu yeni şartları analiz eden Michael Porter da uzun bir tarihi geçmişi olan kümelenme modelini teori haline getirdi. Hızla yaygınlaşan bu modeli, özellikle ABD ve Asya ülkeleri başarıyla uyguluyor. Bu modelin en önemli getirisi, küme içinde yer alan firmalara rekabet avantajı sağlaması. Bu model, kümelenme içinde yer alan işletmelerin üretkenliğini ve verimliliği yükseltiyor; yeni ürün oluşumunu sağlayacak yenilikçiliği destekliyor.
Silikon Vadisi örnek küme…
Kümelenme modeli, ayrıca yeni iş alanlarının ortaya çıkmasını teşvik ederek firmaların rekabet güçlerini artırıyor. Bir kümelenmenin üyesi olmak şirketlere, bilgiye, teknolojiye ve gerekli kurumlara erişmede de kolaylık sağlıyor. Öte yandan küme içindeki firmalar, uzmanlaşmış ve deneyimli bir işçi havuzu içinde bulunuyorlar. Bu da firmalara uzmanlaşmış eleman bulma noktasında önemli bir avantaj sağlıyor. Pazar, teknik ve rekabet bilgilerinin tamamı küme içinde biriktiği için bu bilgilere rahatça ulaşmak da firmaları bir adım öne taşıyor. Kümelenmenin getirdiği avantajlardan biri de, aynı küme içinde bulunan ve aynı alanda faaliyet gösteren firmaların bir arada olmasının yarattığı kreatif rekabet. Bu rekabet şirketleri daha yenilikçi olmaya itiyor. Tabii bu durum, küme içinde bulunan işletmelerin yenilikçilik becerilerinin gelişmesinde de oldukça etkili oluyor.
Silikon Vadisi, tarihsel anlamda nispeten yeni bir üretim kümesi olması nedeniyle ele alınmaya değer bir örnek. Silikon Vadisi’nde bulunan bilişim firmaları, küme içindeki bilgi akışı sayesinde müşterinin ihtiyaçlarını anlamada diğer firmalara göre daha hızlı davranıyor. Böylece daha yaratıcı ve hızlı bir şekilde ürünleri pazara sunabiliyorlar. Bütün bunlara maliyet avantajını da eklemek gerekiyor. Uzakta bulunan bir kaynaktan mal tedarik etmek yerine, küme içinde bulanan bir tedarikçiden aynı malı almak ithalat ve gecikme maliyetini de ortadan kaldırıyor.
Kümelenme kalkınma aracı
Kümelenmenin başarılı sonuç vermesi için bir dizi noktaya dikkat edilmesi gerekiyor. Öncelikle kümelenmenin amaç değil, kalkınmanın bir aracı olduğu asla unutulmamalı. Bu modelin tek kurtuluş yolu olduğu gibi bir beklenti yerine kümelenmenin gördüğü işlevleri ve ortaya çıkan sonuçları iyi analiz etmek gerekiyor. İkinci olarak, ülkenin ve firmaların rekabet avantajları değerlendirilerek, hangi sanayi kollarında kümelenmenin yapılması gerektiği ülke politikası olarak belirlenmeli. Bu yapılmadığı takdirde kümelenmenin hem fiziki koşullarının oluşması hem de işletmeler arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin rasyonel bir zemine oturması zorlaşıyor.
Üçüncüsü, bu modelin temelini oluşturan karşılıklı bağımlılık ilkesinin firmalara neler kazandırıp, neler kaybettirebileceği tespit edilmeli. Mesela, rekabet nedeniyle küme içinde yer alan şirketlerin kâr marjları azalabilir. Diğer taraftan küme içinde şirketin lojistik maliyetlerinde bir azalma gerçekleşecektir. Bu iki kriterin birbirini ne kadar dengeleyeceği dikkate alınarak kümenin oluşturulması gerekiyor. Diğer taraftan kümelenmenin başarısı için doğru bir altyapı kurmak da büyük önem taşıyor. Küme içinde bilgi paylaşımının en rasyonel şekilde yapılmasına olanak sağlayacak bir yapı oluşturulmalı. Saklı bilgilerin paylaşıma açılması ve bilgi akışının en hızlı şekilde gerçekleşmesi için doğru iletişim kanallarının oluşturulması büyük önem taşıyor. Kümeler oluşturulurken maliyeti düşürmenin ana hedeflerden biri olduğu asla unutulmamalı. Bu nedenle öyle kümelenmeler yapılmalı ki ortak kaynak kullanımı, ortak iş gücü kullanımı, ortak ithal girdi alımı gibi kalemlerde maliyet avantajı yaratılmalı.
Dikkat edilecek noktalar
Elbette, kümelenme uygulamalarında başarıya ulaşmak için bazı temel hatalardan kaçınmak gerekiyor. Buna göre, öncelikle kümelenme çalışmalarında pek çok kurumun işbirliği içinde olması gerekiyor. Bu ilişkiler yumağı içinde sivil toplum kuruluşları, kamu kurum ve kuruluşları, firmalar, üniversiteler, meslek örgütleri, yerel idareler gibi pek çok kurumun birlikte çalışması zorunlu. Oysa Türkiye’de ortak çalışma gerektiren işlerde kurumları bir araya getirmek oldukça zor. Bir araya gelen kurumların da ortak bir paydada buluşması çok kolay olmuyor.
Bir başka hata da, “Ben de aynısını yaparım…” sendromu. Aynı bölgede benzer işi yapan firmaların olması, bu bölgelere yeni firmaların gelmesine neden oluyor. Yani üretim zincirinin halkaları tamamlanmak yerine, kümelenme bir süre sonra aynı alanda faaliyet gösteren firma yığını haline dönüşüyor. Denizli’de bir dönem havlu üreticilerinin düştüğü durum gibi… Bu ürünün üretim zincirini tamamlamak yerine sadece nihai ürünü üretmeye çalışan onlarca hatta yüzlerce küçük firmanın ortaya çıkması havlu üreticilerinin sonunu hazırlamıştı.
Ülkenin kendine özgü koşullarını dikkate almadan, yurtdışında yapılan kümelenmelerin aynen Türkiye’de de uygulanması genelde başarısız sonuçlara yol açıyor. Türk firmalarının ülke koşulları inceleyip kendine özgü bir model geliştirmek yerine, yurtdışında var olan modelleri aynen kopyalamaya eğilimli olması kümelenmede hata yapma olasılığını artırıyor. Kümelenme iktisadi olduğu kadar sosyal boyutu da oldukça önemli bir olgu. Bu çerçevede kümelenmede bilgi paylaşımı büyük önem taşıyor. Oysa firmalarımız arasında güven ortamı çok yerleşik olmadığı için şirketler bilgi paylaşımından mümkün olduğu kadar kaçınıyor. Bu da başarısızlık olasılığını artırıyor. Elbette, her ciddi projede olduğu gibi kümelenmede de uzun vadeli bir bakış açısı gerekiyor. Türk firmalarında uzun vadeli bakış açısının pek görülmemesi bu noktada önemli bir tuzak niteliğinde.
Örnek vaka Adıyaman…
Türkiye’de kümelenme çalışmaları içinde Adıyaman vakasının özel bir yeri olduğu inancındayım. Bu kümelenme çalışması gerçekten de sonuca odaklanmış bir ekip tarafından gerçekleştirildi. Adıyaman’da, kümelenme çalışmasına başlarken, bütün oyuncuların işin içinde olmasına dikkat edildi. Projede Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu (UNDP), Avrupa Birliği (AB) gibi uluslararası paydaşlar da oldu. Proje; GAP İdaresi, KOSGEB, GAP GİDEM, TGSD ve ihracatçı birliklerinin de katıldığı geniş bir tabana yayıldı. Bu çerçevede; Adıyaman Tekstil Hazır Giyim Kümelenme Derneği (ATEKS) Başkanı İsmet Açıkgöz, Adıyaman Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Zafer Ersoy, İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İTKİB) yönetim kurulu üyesi Kemalettin Güneş ve GAP GİDEM’in eski direktörü Meral Sayın, bu çalışmada önemli emek veren yöneticilerimizdi. Bu katılım, bütün çalışma sürecinde işimizi oldukça kolaylaştırdı.
Adıyaman’daki çalışmaya başlarken öncelikle durum tespiti yaptık. Tekstil ve hazır giyimle ilgili kaç oyuncu olduğunu ve bu oyuncuların birbiriyle olan ilişkisini analiz ettik. Adıyaman’ın bir resmini çıkardığımızda; ilde bir çırçır, iki iplik fabrikası ve birkaç tane de kapanmaya yüz tutmuş konfeksiyon fabrikası olduğunu gördük. Zincirin eksik halkalarına yatırım yapılması gerekiyordu. Aradaki eksik halkaları belirleyip bölge insanına ve dışarından gelecek yatırımcılara hangi alanlarda yatırım yapması gerektiğini anlattık. Üç yıl boyunca toplantılar gerçekleştirdik. İki ayda bir toplanarak sürecin nasıl işlediğinin tespit ederek projeler geliştirdik. Ayrıca eksikleri, başka hangi alanlara yatırım yapılması gerektiği gibi konuları da belirledik. Üç yıl sonra geldiğimiz noktada Adıyaman’da 36 yeni fabrika kuruldu ve 6 bin 650 kişiye iş olanağı yaratıldı. Öte yandan çalışanların eğitimi için Adıyaman Tekstil Eğitim Merkezi’ni de kurduk.
Bugün gelinen noktada Adıyaman’da başarıyı getiren başlıca noktaları şöyle sıralayabilirim:
*    İşe başlanırken sektörle ilgili çok iyi bir analiz yapıldı.
*     Bölgenin sanayi envanteri yani haritası çıkarıldı ve nelere ihtiyaç olduğu tespit edildi.
*     Bölgeye yatırım yapacak yatırımcılar doğru yönlendirilerek üretim zinciri içindeki halkaların akılcı bir şekilde yapılanması sağlandı.
*    Bölgenin ulaşım koşulları gözden geçirilerek eksikler giderildi.
*    Bilgi paylaşımı ve çalışanların eğitimine önem verildi.
*    Pek çok kurum ve kuruluş ve yerel idare işbirliği içinde çalıştı ve ortak hedefler belirlendi.
Proje bütün GAP’a yayılacak
Bugün, Adıyaman projesi Avrupa Birliği (AB) çalışmalarından örnek gösterilen bir çalışma konumunda. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen ‘İnovasyon Konferansı’nda şehir kategorisinde ödül alan tek ilimiz oldu. Adıyaman’ın başarısı bölgede yapılacak kümelenme çalışmalarına da ilham verdi. 14 Kasım 2006’da İstanbul’da gerçekleştirilen ‘GAP için 9 İlden 90 İşadamı’ toplantısının ardından kamu ve özel sektör temsilcilerinin katılımıyla GAP Kalkınma Platformu oluşturuldu. Aradan geçen 1.5 yıl gibi kısa bir sürede platformun çalışmaları ilk meyvelerini vermeye başladı. Bu bağlamda, GAP İdaresi, UNDP ve AB yetkililerinin katılımıyla 12 Kasım 2007 tarihinde gerçekleştirilen ‘GAP Bölgesi için Rekabet Gündemi’ zirvesi düzenlendi. Bu çalışmalar sonucunda, ortaya çıkan kalkınma modelinin illere özel sektörel kümelenme olduğu söylenebilir. GAP Kalkınma Platformu’nun, 25 Ocak’ta Adıyaman’da düzenlediği toplantıda her il için öncelikli bir sektörün geliştirilmesine odaklanma kararı alındı. Bu kapsamda; Adıyaman ili için tekstil; Batman için petrokimya; Diyarbakır için tarım ve tarıma dayalı sanayi; Kilis için zeytincilik; Mardin için kuyumculuk; Siirt için gıda; Şanlıurfa için tarım ve tarıma dayalı sanayi ve Şırnak için madencilik sektörleri seçildi. GAP Platformu’nun bir üyesi olarak, iller bazındaki bu sektörel kalkınma çalışmaların başarılı sonuçlar vereceğine yürekten inanıyorum.
Bolu turizmde kümelenmek istiyor
Kümelenme modeli üzerinde çalışan bir başka ilimiz de Bolu. Yapılan çalışmalar, Bolu’da turizm, özellikle de sağlık turizmi sektöründe önemli bir kümelenme potansiyeli olduğunu işaret ediyor. Bolu Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı olarak ili bu kapsamdaki potansiyelini yakından tanıyorum. Bolu Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO), Abant İzzet Baysal Üniversitesi (AİBÜ) Rektörü, Bolu Valisi bu çalışmada öncülük yapıyorlar. Bu ortak ruh, kümelenme çalışmalarının başarısı için büyük ümit veriyor. Bolu’da bugün şehri, sağlık turizminde dünya çapında bir merkez haline getirecek yatırımlar gerçekleştiriliyor. Karacasu Bölgesi’nde özel sektörün yanı sıra AİBÜ’nin gerçekleştirmekte olduğu fizik tedavi amaçlı termal tesis yatırımları önümüzdeki yıllarda hizmete girecek. İki büyük metropol kentimizin tam ortasında konumlanan, üç saatlik mesafede toplam 23 milyon kişinin yaşadığı Bolu’nun önce iç, çok kısa bir süre içersinde de yabancı turizm adına önemli bir merkez olacağı düşüncesindeyim.
Yeni bir şey söylüyoruz: Kümelenme
Son olarak, Hz. Mevlana’nın söylediği gibi, yeni bir şeyler söylemeliyiz. Bu yeni şeylerden birinin “Kalkınma için kümelenme modeli” olduğuna inanıyoruz. Türkiye’nin geçtiğimiz dönemde izlediği kalkınma çalışmalarından ders alması gerekiyor. Dersimizi çalışırsak bir tarafta, pek bir işe yaramayan teşvik kanunu diğer tarafta Adıyaman gibi başarılı örnekler var. Bu durum bile bize, Türkiye’nin kalkınmasında izlenecek ana stratejinin bölgesel kalkınma olduğunu işaret ediyor. Bölgesel kalkınmayı gerçekleştirmek için izlenecek en başarılı model ise kümelenme. Kişisel olarak, Türkiye’de de yetkililerin bu gerçeği göreceğine inanıyorum. Dileğim, bunun için artık daha fazla vakit ve kaynak kaybetmememiz.

Print Friendly, PDF & Email